Archive | Ekim 2013

29 EKİM 2013’TE ATATÜRKÇÜ OLMAK

Biz ilhamlarımızı gökten ve görünmez alemlerden değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve ızdırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir.- Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1927

Bugün 29 Ekim 2013. Ve biz Türk milleti olarak  Cumhuriyetin 90 ıncı kuruluş yılını tüm yurt sathında muhteşem törenlerle kutluyoruz.

Bu kutlu günde Cumhuriyetimizin kurucusu ve  Türk milletinin önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bir Türk aydını olarak manevi borcumu bir kere daha ödemenin gururunu yaşıyorum.

Atatürk’ü ve O’nun Düşünce Sistemini Türk milleti ile birlikte tüm insanlığa tanıtmaya yönelik Atatürk serisi kitaplarımın altıncısı “ATATÜRKÇÜ OLMAK” isimli kitabım bugün Amazon yayınlarından piyasaya sürülerek okuyucuların hizmetine sunuldu.

(http://www.amazon.com/s/ref=nb_sb_noss_1?url=search-alias%3Daps&field-keywords=tamer%20kumkale&sprefix=tamer%2Caps&rh=i%3Aaps%2Ck%3Atamer%20kumkale)

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk; Türk milletinin öz benliğinde bulunan hürriyet, bağımsızlık,dürüstlük, çalışkanlık ve bilimsellik gibi özgün vasıflarını modern bir devlet bünyesinde bir araya getirmenin huzuru ile anıtkabirde yatarken, Türk cumhuru; O’nun eseri olan Cumhuriyetimiz ile bu Cumhuriyetin temeli olarak kabul ettiğimiz üstün Türk kültürüne sahip çıkmaktadır.

  Gazi Mustafa Kemal Atatürk; örnek bir lider ve devlet adamıdır. 20 nci Yüzyılın insanlık tarihinin yazılmasında en çok adı geçen fikir, düşünce ve eylem insanıdır. Sadece Türkler değil, bütün dünya milletleri tarafından tanınmaktadır. Bir bakıma Atatürkün adı, kurduğu Türkiye Cumhuriyetinden daha öndedir..

Gazi, tüm insanlar üzerinde az veya çok, müspet veya menfi mutlaka bir etki bırakmıştır. Dünya üzerinde bu büyük liderden esinlenmeyen insan yoktur..

Geçen asırdan 21 nci Asra fikir ve düşünceleri ile ulaşarak bugün  insanlığa yön veren  Atatürk’ün düşünce sisteminin sonsuza kadar bizi yöneteceğine inanıyorum..

Bu durumda yeniden bir Atatürk’e şiddetle ihtiyacımız vardır. Birkaç asırda bir gelerek insanlığa ışık saçan liderlerden biri olan bir başka Atatürk’ün fiilen olmayacağı  bir gerçektir.

Fakat bugün dünkünden daha şanslı olduğumuz bir yönümüz vardır. O gün Türk milletinin önüne düşüp, emperyalizme kesin darbe vurarak milletin egemenliğinin kayıtsız şartsız millete ait olduğu tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk bugün yoktur. Ama onun fikir ve düşünceleri ilk günkü gibi canlıdır. Bu ülke insanına sanki o sağmış gibi bu düşünceler yol gösterebilir. Çünkü hâlâ bu düşüncelere inanmış milyonlarca Türk vardır.

Atatürkçü Düşünce Sistemine samimiyetle inanır ve O’na sahip çıkarsak yeni Atatürk’ler aramamıza gerek kalmaz. Çünkü O’nun ‘Dengeli, Tutarlı ve Uygulanabilir’ nitelikteki özgün düşünce sistemi bugün bize zorla kabul ettirilmeye çalışılan küresel sömürgeci zihniyetleri durduracak ve milletimizi yeniden şahlandıracak güçtedir.

Atatürkçü Düşünceye inanmış Türk aydınları olarak her platformda milletimize bu düşünceleri anlatalım. Kazanılan her kişinin Türklük düşmanları için birer atom bombası gücünde olduğunu bilelim ve bıkmadan bu öğretiyi yayalım.  O zaman milletimize ve devletimize en büyük iyiliği yapmış olacağız.

Dr.Tahir Tamer Kumkale

Http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

 

 

CUMHUR VE CUMHURİYETİMİZ

Türk Milletinin tabiat ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.- Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- 1924)

——————————————–

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 90 yaşına girmiştir.

Son yıllarda Cumhuriyetimizin kurucu iradesine karşı yönlendirilen Küresel Asimetrik Psikolojik Harekat saldırıları hasımlarımızın plânladığı şekilde gelişmemiştir. Türk milleti, yediden yetmişe Atatürk’ün emanetini sahiplenmiştir. 29 Ekim 2013’te Türk cumhuru, cumhuriyetin gerçek sahibi olduğunu tüm yurt sathındaki meydanlarda haykıracak, O’nu yıkmaya çalışanlara anlayacakları dilden cevabını verecektir.

Cumhuriyetimiz; Anadolu’daki Türk milli varlığının tarihi ömrünü tamamlamış Osmanlı İmparatorluğu içinden çıkardığı, geliştirdiği ve yücelttiği bir milli oluşumdur.  Şanlı kurtuluş mücadelesini müteakip şehit ve gazi kanları ile oluşturulan bu muhteşem eser, bu topraklardan milli çıkar ve rant elde etmek isteyen sömürgeci emperyalist dünya güçleri tarafından kolay kabul edilmemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti; sahip olduğu milli güç potansiyeli ve coğrafi konumunun kazandırdığı özellikleri dolayısıyla küresel çıkar çevrelerinin her zaman göz diktiği bir varlıktır. Bütün iç ve dış saldırılara rağmen devletimizin ulaştığı gelişmişlik seviyesi milletimize ve dostlarımıza güven verirken ülkemiz üzerinde milli çıkarları bulunan küresel güçlerin de korkulu rüyası olmaktadır.

Günümüzde yaşadığımız büyük yönetim zaafiyetlerine rağmen önderimiz  Atatürk’ün Türk milletine ve Türklük camiasına hediye ettiği bu muhteşem eser dimdik ayakta durmaktadır . Milli kültür değerlerimiz ve kazanımlarımıza karşı sürdürülen saldırılar ile içeriden ve dışarıdan yönlendirilen tüm yıkma çabalarına rağmen bu yüce eser daha nice 90 yıllarda ayakta kalacaktır. İnanıyorum ki bu ulu çınardan bir dal dahi koparmaya kimsenin gücü yetmeyecektir.

Çünkü ne AB dayatması, nede ABD baskısı bu milletin gönlünde yer tutan Atatürk sevgisini ve vatanseverlik duygusunu ortadan kaldırmaya yetmemiştir.  Bugün azınlık iddiaları ile bölünüp parçalanmaya çalışılan Türk milleti, Ata’sının eserine sahip çıkacaktır. Türk milleti, Cumhuriyetle birlikte tattığı bağımsızlık ve özgürlüğünden asla taviz vermeyecek ve egemenliğine ortak kabul etmeyecektir.

Dünyanın merkezinde yer alan, stratejik enerji kaynaklarının bulunduğu, Doğu-Batı ticaret yollarının düğümlendiği vatan topraklarımız üzerinde kaldığımız sürece emperyalist güçlere karşı milletçe verdiğimiz amansız mücadelenin bitmeyeceği de bir gerçektir.

Cumhuriyetimiz; bütün bütün aksayan yönlerine rağmen Türk cumhurunun  kendisi hakkında özgürce karar vermesinin bütün siyasi araçlarını bünyesinde barındırmaktadır. Cumhur idaresinin bölünmezliği, milli kuvvetlerin parçalanmazlığı cumhuriyetin tabii sonucudur.  Cumhuriyet yönetiminde tüm toplumun yaratıcı ve yapıcı katkısı ile bireylerden başlayarak toplumun bütün kesimlerinin refahı ve mutluluğunu sağlama amacına yönelmiş bir devletin varlığı söz konusudur.

Türkiye Cumhuriyeti; tarihin çok çetin tecrübelerinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu çıkışta dökülen binlerce şehidin kanı vardır. Gazilerimizin üstün gayreti ve alın teri vardır. Tarihten silinmek istenen bir milletin yitirilmiş görünen bütün öz yetenekleri ile bilinmeyen ve anlaşılamayan özellikleri belirgin bir şekilde cumhuriyet yönetimiyle yeniden dünyaya ispat edilmiştir. Bu yüzden Türk cumhuru için Cumhuriyet sadece bir idare tarzı değildir. Ayni zamanda bir varlık ilkesidir. Milletçe varolma şuurunun temel taşıdır.

Cumhuriyetimiz gücünü, Türk milletinin emperyalistlerin üstün askeri kuvvetlerine karşı tamamen yalnız kaldığı anda ve kendisini sömüren güçlerin yönettiği bir ortamda harekete geçerek kurduğu tamamen kendine özgü bir sistem olmasından almaktadır. Bu özelliği dolayısıyla cumhuriyetimiz, kendisinden önceki ihtilâller ve siyasi hareketlerle kıyaslanamaz ve her birinin ulaştığı sonuçlarla değerlendirilemez.

90 yaşındaki Cumhuriyetimizin iç ve dış düşmanları henüz ortadan kalkmamıştır. Yakın bir gelecekte bu düşmanlıkların kalkması da mümkün görülmemektedir.  Ancak şurası bilinmelidir ki; mevcut milli güç unsurlarımız ile Anadolu Türkünün toprağına ve devletine bağlılığı dolayısıyla devletimizin dünya üzerindeki yeri, üniter yapısı, önemi ve gücü hiç bir şekilde hasımlarının fiil ve hareketleri ile değiştirilemeyecektir.

Cumhuriyetin kurulmasında nasıl kan, emek, ter, ve millet olma çabası varsa; O’nun korunmasında, geliştirilmesinde ve ilkelerinin savunulmasında da ayni çabaların olması gerekir. Fakat günümüzde bunlarda yeterli değildir. 90 ıncı yılında Cumhuriyetimiz, hurafeler ve birtakım doğmatik kurallarla değil, ancak müsbet ilimlerdeki ilerleme, akıllı ve mantıklı düşünce ve çağın gelişmelerine uygun teknolojiye yer verilen bilimsel çalışmalarla korunabilecektir.

Bugün, Balkanlar, Kafkaslar, Ortadoğu gibi; dünya egemenliğine oynayan güçlerin çıkar çatışmalarının odaklandığı ateş çemberinde Türkiye’ye önemli görevler düşmektedir. Ve günümüzde Türkiye; mevcut milli güç potansiyeli ve binlerce yıllık Türk Kültürü ile desteklenen engin devlet tecrübesi ile, bu görevleri en iyi şekilde başarabilecek bir düzeye erişmiştir. Bu gücün büyüklüğüne ve etkisine öncelikle siyasi yönetimin inanması gerekmektedir. Cumhur, cumhuriyetin gerçek gücünü bilmektedir.
       
Cumhuriyetimizin kurucusu
Mustafa Kemal Atatürk; Türk milletinin öz benliğinde bulunan hürriyet, bağımsızlık,dürüstlük, çalışkanlık ve bilimsellik gibi özgün vasıflarını modern bir devlet bünyesinde bir araya getirmenin huzuru ile anıtkabirde yatarken, Türk cumhuru; O’nun eseri olan Cumhuriyetimiz ile bu Cumhuriyetin temeli olarak kabul ettiğimiz üstün Türk kültürüne sahip çıkmanın haklı gururunu yaşamaktadır.

Türk cumhurunun Cumhuriyet  Bayramı kutlu olsun..

Dr.Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

AĞAÇ VE ORMAN SEVGİSİ

Gerek ziraat ve gerekse memleketin servet ve umumi sağlığı bakımından ehemmiyeti muhakkak olan ormanlarımızı da modern tedbirlerle iyi halde bulundurmak, genişletmek ve azami fayda temin eylemek esas prensiplerimizden biridir. -Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- (1922)

————————————————————————————————

Ağaç ve orman konusu Türkiyenin son günlerdeki gündeminde çok fazla yer almaya başladı. Mayıs ayında İstanbulda Gezi Parkı’nın ağaçlarını korumak adına başlatılan olaylar tüm yurdu sarmıştı. Bu defa yine ağaç ve ormanı konu alan benzeri eylemler Ankara’da Ortadoğu Teknik Üniversitesinden başlayarak yine tüm kapladı. Olayların giderek tırmanacağı görülüyor.

Kurban Bayramının üçüncü günü sabaha karşı ODTÜ kampüsüne giren Ankara Büyükşehir Belediyesi araçları bir kaç saat içinde binlerce orman ağacını keserek kampüsün içinden geçen yol güzergahını açtı. Yolun geçtiği mahalle sakinleri ile Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğrencilerinin tüm direnişlerine rağmen iş makinaları galip geldiler ve elli yılda oluşturulan ormanı dümdüz hale getirdiler.

Başkalarını bilemem ama , ODTÜ ağaçlarının sökülmesi operasyonu beni üzdü. Çünkü oraya fidan diken ve diktiğimiz fidanları sahiplenip belimizdeki matara suları ile yaşatmaya çalışan gençlerden biride bendim. 1964-1966’da Dikmen sırtlarındaki Harbiye’den haftalık yaya yürüyüş eğitimlerimizde bir şekilde mutlaka yürüyüş güzergahı içine ODTÜ alınırdı. Ve biz o zaman çöl görünümündeki ODTÜ arazisine gider daha önce diktiğimiz fidanları sulardık. Bir matra suyun bir ağacın hayatiyeti için değeri varmıydı? bilemiyorum. Ama bu uygulamanın bizim genç beyinlerimizde ağaç sevgisini aşılamak açısından çok iyi bir eğitim olduğunu çok iyi biliyorum. Nitekim gittiğimiz her kıtada fidan dikmek ve dikilmiş ağacı yaşatmak işlevini her subayın asli görevleri içinde kabul ettik.

İşte bu yüzden kışlalar yemyeşildir. Bu yüzden kesilen her ağaç bizi derinden yaralar.

Özetlersek, Türkiye bugün görünürde ağacına ağlıyor . Aslında insanların ağlamasının asıl sebebi ağaçlar değil. Ağaçlar tali sebep. Türk insanı ağaçlara değil dayatmacı zihniyete ağlıyor. İnsan yerine konmamasına, başkalarının kendi hakkında karar vermesine, fikirlerinin sorulmamasına başkaldırıyor.  

Peki, insanlarımızın bu derece hassas olduğuna bugün şahit olduğumuz ağaç ve orman sevgisi ile ilgili ülkemizde genel durum nedir?

Biz gerçekten ağaçları çok mu seviyoruz ? Milletçe ve devlet yönetimi olarak konuya bakışımız ve uygulamalarımız yeterlimidir?

Bu soruların cevabını araştırdığımızda AĞAÇ ve ORMAN SEVGİSİ’nin sadece kağıt üzerinde kaldığını , uygulamada sınıfta kaldığımızı görürüz.

Ağaç insanoğlunun yaşantısı ile özdeşleşmiştir. Ülkenin yerüstü zenginliklerinin başında ağaç ve orman gelmektedir. Gerek meyvası ve gerekse günlük yaşantımızın her safhasından kullandığımız ürünleriyle ağaç insanoğlunun vazgeçemeyeceği değerlerdendir. İnsanlığa ve diğer canlı varlıklara sağladığı yararları sıralamaya bu sütunlar yetmez.

Ağaç ve Orman örtüsü ne yazık ki dünyanın her bölgesinde bulunmuyor. Her iklimde ağaç yetişmiyor. Dünyanın büyük bir kısmı değil ağaç yetişmesi, ot bile bitmeyen çorak arazilerden oluşuyor. Türkiyemiz, her ağaç cinsinin yetişebileceği çok mümbit topraklara, yeterli su kaynaklarına ve iklime sahip. Ülkemiz ağaca ve ormana gerekli değeri verebilse belkide sadece bu doğal kaynaklardan elde ettiği gelirler ile insanını daha refah içinde yaşatabilirdi.

Oysa hepimizin bildiği ve gördüğü gibi eskiden tamamen ormanlarla kaplı olduğunu tarih kitaplarında okuduğumuz ülkemiz genel anlamı ile ağaçsız bir görüntü vermektedir. 

Peki ismini bile Ormandan alan bir bakanımız dahi bulunmasına rağmen ülkemiz neden ağaçsızdır. İşte bunun sebebini tamamen eğitimsizliğe devlet bürokratlarının denetimsizliğine ve işbilmezliğine bağlamamız mümkündür.

Oysa devletimiz ülkemizin her karış toprağının ağaçlandırılması için yasal bütün düzenlemeleri yapmıştır. Görevleri belirtmiştir. Görevlilere sorumluluklarını taksim etmiştir. Bundan sonra da verdiği görevleri kontrol ve denetlemek üzere bir bakanlık kurup başına bakan dahi atamıştır. Ama sonuç hiçde başarılı değildir. Çünkü hiç kimse görevini ve sorumluluğunu tam olarak bilmiyor.  Zaten takip eden ve arayıp soran da yok. İşte sonuç bu..

Ülkemizin yemyeşil bir cennete dönüştürülmesi için her şey müsait. Havası, suyu, toprağı, eğitilmiş insanı ve bu insanları göreve sevketmek üzere hazırlanmış muhteşem bir Kanunu dahi var.

Aşağıya 23 Temmuz 1995 gün ve 4122 Sayılı “MİLLİ AĞAÇLANDIRMA VE EROZYON KONTROLÜ SEFERBERLİK KANUNU”ndan bazı maddeleri getiriyorum ve yorumu okuyuculara bırakıyorum..

Maksadım asla tenkit değildir. Yapılması gerekeni yapmayan ve yapmamakta direnen görevlilere görevlerini hatırlatmaktır. Sayın bürokratlarımızın mutlaka yapmak zorunda oldukları çok daha önemli görevleri vardır. Ama ağaçlarımız ve ormanlarımız da yurt kalkınmasında ve savunmasına çok önemlidir. 

———————————————

Madde 1 – Bu Kanunun amacı; Devlet ormanlarında, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki arazilerde, göl ve akarsu kenarlarında, tüzel kişilerin mülkiyet ve tasarrufundaki arazilerde, orman sahasını ve ağaç servetini çoğaltmak, toprak, su ve bitki arasında bozulan dengeyi kurmak, geliştirmek ve çevre değerlerini korumak maksadıyla, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılacak ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarına ait esas ve usulleri düzenlemektir.

Madde 4 – Kendilerine ait arazilerde veya tahsis yapılan, izin verilen, irtifak hakkı tesis edilen sahalarda; bu Kanun kapsamında ağaçlandırma ve  erozyon kontrolü seferberliğine katılacak kamu kurum ve kuruluşları ile tüzel  kişiler ve yapacakları işler aşağıda sayılmıştır.

    a) Başbakanlık; Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü vasıtasıyla, sulama göletlerinin su toplama havzalarındaki tarım arazilerinde gerekli havza ıslahı tedbirlerini alır. Toprak erozyonunu önleyici, giderici ve azaltıcı tedbirler ile  toprak ve su dengesinin kurulması ve korunmasını sağlar. Köy yolları kenarlarında tarım arazilerinde rüzgar erozyonunun önlenmesi için ağaçlandırma çalışmaları yapar. Rüzgar perdeleri oluşturur. Devletin hüküm ve tasarrufu altında veya özel mülkiyetinde bulunan yabani fıstıklık, zeytinlik, harnupluk, makilik, çayır ve meraların geliştirilmesinde altyapı çalışmalarını yapar veya yaptırır.

    b) MSB.lığı; Türk Silahlı Kuvvetlerine tahsis edilmiş Hazine arazileri üzerinde “Ordu Ormanları” kurar. Bu ormanların bakım ve korunması  askeri birliklerce yapılır. Orman Bakanlığınca teknik yardım sağlanır.

    c) İçişleri Bakanlığı; mülki hudutları dahilinde valilikler ve kaymakamlıklar vasıtasıyla ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmaları yapar. Özel İdare  imkanlarını da kullanarak “Özel İdare Ormanları” kurar. Polis okullarında eğitim ve öğrenim gören polis adaylarına, her yıl üç adetten az olmamak üzere fidan diktirerek “Emniyet Ormanları” kurar. Bakım ve korunmasını yapar, yaptırır.

    d) Milli Eğitim Bakanlığı; Orman Bakanlığınca, valiliklerce, kaymakamlıklarca ve belediyelerce tahsis edilen uygun yerlerde her öğrenciye her yıl 3 adetten az olmamak üzere fidan diktirerek “Okul Ormanları” kurar. Saha hazırlığı ile bakım ve koruma işleri araziyi veren kuruluşlarca yapılır.

    e) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı; Devletin hüküm ve tasarrufu altında veya  özel mülkiyetinde bulunan yabani fıstıklık, zeytinlik, harnupluk, makilik, çayır ve meraların geliştirilmesi çalışmalarını yapar..

    f) Turizm Bakanlığı; turizm bölge, alan ve merkezlerinde ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmaları yapar ve yaptırır. Bu yerlerin bakım ve korunması Orman Bakanlığının teknik işbirliği ile sağlanır.

    g) Çevre Bakanlığı; ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışması yapılmasını gerekli gördüğü yerlerde ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmalarını yapar veya yaptırır. “Çevre Ormanları” kurar. Bu yerlerin bakım ve korunması Orman Bakanlığı ile işbirliği içerisinde sağlanır.

    h) Üniversiteler; kampusleri içinde mülkiyeti kendilerine ait veya tahsis edilen, izin verilen veya irtifak hakkı tesis edilen sahalarda, eğitim süresince her öğretim üyesi ve öğrenciye her yıl üç adetten az olmamak üzere fidan diktirerek “Üniversite ve Fakülte Ormanları” kurar. Bakım koruma ve işletilmesini  yaparlar.

Bu kanun ile görev verilenlerin listesi çok uzundur. TRT Kurumu, Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Elektrik Üretim-İletim Genel Müdürlüğü, Karayolları Genel Müdürlüğü, TCDD, DSİ Genel Müdürlüğü Türkiye Selüloz ve Kağıt Sanayii Genel Müdürlüğü, Orman Ürünleri Sanayii Anonim Şirketi, Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Genel Müdürlüğü, Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, PTT Genel Müdürlüğü, ETİBANK Genel Müdürlüğü, Belediyeler, Köy tüzel kişilikleri, Odalar, Meslek Kuruluşları, Birlikleri, Sendikalar, Vakıflar, Dernekler, Spor Klüpleri, Gönüllü Kuruluşlar ve Benzeri Teşekküller, Büyük İşletmeler ve bu sayılanlar dışında kalan kamu kurum ve kuruluşları ile tüzel kişiler de bu Kanun kapsamında ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışmaları ile sorumlu tutulmuşlardır.

Bu kuruluşlar bu kanunla kendilerine verilen görevin yüzde onunu yerine getirselerdi ülkemizde ağaçsız tek karış toprak kalmazdı. Kurulacak orman ürünleri sanayii ile ülkemizin ekonomisi borçla yönetilmekten kurtulurdu..

Peki neden yapılmıyor ?…

Yorum sizlerin..

 

Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

 

BUGÜN ATATÜRKÇÜ OLMAK

Biz ilhamlarımızı gökten ve görünmez alemlerden değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. Bizim yolumuzu çizen; içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve bir de milletler tarihinin binbir facia ve ızdırap kaydeden yapraklarından çıkardığımız neticelerdir.- Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1927

—————————————————————————–

Atatürk ve eserlerine plânlı saldırılar sürerken, adı ve eserleri itibarsız hale getirilmeye çalışılırken her zamankinden fazla Atatürk’e ve O’nun düşünce sistemine olan ihtiyacımız ortaya çıkmaktadır.

Bu saldırılar, Atatürk’ü unutturacağı yerde O’nun eskisinden daha sık,canlı ve dinamik olarak gündemde tutulmasını sağlamaktadır.

Bugün “Neden Atatürkçü Olmalıyız?” sorusu Türk toplumunda tartışılmaktadır. Bazıları Atatürkçülüğü tutunulacak tek dal olarak görüp kayıtsız şartsız sahiplenirken, bazıları çok gereksiz olduğunu savunmaktadır. Bazıları da  Atatürk’ün bizzat kendine ve O’nun ölümünden 75 yıl geçmesine rağmen yaşatılan düşünce sistemine doğrudan düşmandır. Ata’ya ve eserine düşman olan kuru kalabalıklar, Atatürkçü olanlara karşı büyük bir kin ve düşmanlık beslemekte ayrıca bunu eylemleriyle her fırsatta ortaya koymaktadırlar.

Aslında Türk toplumunun Atatürkçü olmasını gerektiren mantıklı o kadar çok sebep vardır ki bunların sadece konu başlıklarını yazmak dahi bu yazının boyutlarını aşar. Bu yüzden lâfı fazlaca dolandırmadan sadece birkaç ana başlıkla neden Atatürkçü olmamız gerektiğini vurgulayacağım.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk; örnek bir dünya lideri ve devlet adamıdır. 20 nci Yüzyılın insanlık tarihinin yazılmasında en çok adı geçen fikir, düşünce ve eylem insanıdır. Sadece Türkler değil, bütün insanlık tarafından tanınmaktadır. Dünyada Türkiye’nin adını duymayan ve yerini bilmeyen pek çok kişi Atatürk’ü bilmektedir. Bir bakıma Atatürk’ün adı, kurduğu Türkiye Cumhuriyetinden daha öndedir. Dünya üzerinde bu büyük liderden esinlenmeyen insan yok gibidir.

Atatürk’ün vefatı ile aramızdan ayrıldığı 10 Kasım 1938 tarihi O’nun resmi ölüm tarihidir. Yine ayni tarih Atatürkçülük fikir hareketi ve Atatürkçü düşünce sisteminin fiilen doğduğu gündür. 10 Kasım 2013’de Atatürkçü Düşünce Sistemi’nin doğuşunun 75. yılını geride bırakacağız.  75 yaşındaki “Atatürkçü Düşünce” artık olgunluk çağına ulaşmıştır.

Sağlığında Atatürk bizzat kendisi ülkeyi ve milletini yönetirken, fikirleri ile yeni kuşaklara, yani ülkenin geleceğine ışık tutuyordu. Kendisine herzaman neyin, nerede ve nasıl yapılması gerektiği hususlarını sorarak verdiği direktifleri yerine getirmek mümkündü. Oysa ölümünden sonra Gazi’nin büyüklüğü ve gücü ile kendisine duyulan ihtiyaç bütün yönleri ile daha fazla ortaya çıkmıştır. Kendisinden sonra gelen yöneticiler O’nun yoklardan var ettiği tüm değerleri daha iyi anlamışlardır. Çünkü bu kişiler  O’nun yaptıklarına yeni bir şey ilave edemezken, O’nun yoktan var ettiklerinin ellerinden birer birer çıktığını görünce paniğe kapılmışlardır. Sonunda O’nun nasıl yaptığını anlamak için O’nun düşüncelerine sarılmaktan başka çare olmadığını yaşayarak öğrenmişlerdir.

Belirli birtakım kalıplaşmış düşünce çizgisinin üstünde yaşanılan olay ve hayatın gerçeklerinden hareket eden Atatürk’ün düşüncelerinin önceden belirlenmiş bir çerçeve içerisinde aranıp bulunması mümkün değildir. Atatürk’ün düşüncelerinin ilham kaynağının ne olduğunu öncelikle başlıkta  yer alan ifadesinden anlıyoruz..

Atatürkçü Düşünce’nin Türk milletine ve dünya milletlerine yol gösterici kabul edilmesinin itici gücü; O’nun 15 yıl içinde Türk milletini dünya milletler ailesi içinde ulaştırdığı ekonomik, sosyal, siyasi, kültürel, askeri ve hukuki seviye, uluslararası saygınlık derecesi, huzur, güven, refah düzeyidir. Elbette bu düzeye eldeki sihirli değnekle dokunarak çıkılmamıştır. Özel fikir ve düşünce üstünlüğünün maharetli ellerde uygulamalara dönüştürülmesi ile ulaşılmıştır. Bugün ortada uygulamalarla başarısı doğrudan kanıtlanmış yeni bir fikri hareket vardır.

Nereden nereye gelindiğini bilirsek, Neden Atatürkçü olmalıyız ve O’nun gösterdiği hedeflere gitmeliyiz? Sorusunun cevaplarına ulaşabiliriz. Bir bakıma cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı miras bilinmeden O’nun ulaştığı noktanın değerlendirilmesi gerçekçi olmaz. İşte Osmanlı’dan devraldıklarımız; 

– 1911 Trablusgarp Savaşı, 1912-1913 Balkan Harbi, 1914-1918 Birinci Dünya Harbi, 1919-1922 Kurtuluş Savaşı ile birlikte tam 11 yıl aralıksız süren savaşlardan çıkan Türk milleti, 1923’e gelindiğinde çok yorgun, bitkin ve de çok yoksuldu.

– Toprağını işleyecek, tarımını ve endüstrisini ilkellikten kurtaracak, yani  kalan vatan toprağına sahip çıkacak insan gücünü cephelerde eritip bitirmiştik. Ülkeyi yarınlara taşıyacak erkek nüfusu % 40 lara inmişti ve onlarda cepheye gidemeyen hasta ihtiyarlar, yaralı gaziler ve çocuklardan meydana geliyordu.

– Türkler cephelerde savaşıp ölürken ülke genelinde ticaret ve sanayi kuruluşlarımızı yönetip yönlendiren gayrimüslim tebaanın (Hıristiyan ve Yahudi ) büyük bir kısmı mübadele antlaşmaları ile yurdumuzu terk etmişlerdi.

– Vatanın her köşesi harpten nasibini almış, yanmış, yıkılmış ve tam bir harabe görünümünde idi. Sanayi tesislerimiz yoktu ve şekerden kumaşa, iğneden ipliğe kadar tüm zaruri ihtiyaçlarımızı dışarıdan satın almak zorunda idik.

– Birkaç şehir dışında kasaba ve köylerimize ulaşacak yol yoktu. Ülkenin bir yerinde yetişen meyve ve sebzeler yol olmadığı için diğer bölgelere ulaşmıyordu..

– İnsan kaynaklarımızı yetiştirecek yeterli okullarımız ve bu okullarda öğretmenlik yapacak yetişmiş insan gücümüz yoktu. Baştanbaşa yeniden inşa edilmeyi bekleyen ülkemizde kalifiye işçi, usta ve eğitimli insanlarımızın sayısı birkaç yüz kişiyi geçmiyordu. Ülkemizdeki üniversite mezunu sayısı sadece 3000 kişi civarında idi. Üniversite tahsili almış olanların yüzde doksanını Harbiyeli, Tıbbiyeli ve Medreseliler oluşturuyordu. Üretime katkıda bulunacak, Ticaret, tarım, sanayi ve teknolojimizi geliştirecek teknokratların sayısı birkaç kişiden ibaretti.

– Yeraltı ve yerüstü doğal zenginliklerimizin işletmek bir yana, nerede nelerimizin olduğunu dahi bilmiyorduk.

– Ana sermayemiz yoktu. Kapitülasyonlar ve Osmanlı’nın ağır dış borçları yüzünden tamamen mağlup ettiği yabancı ülkelere bağımlı durumda idik. Dış ticaret tamamen yabancı kontrolünde idi.

– Kredi veren devlet kurumlarımız yoktu. Halkımız çalışma alanlarında devletten hiç destek görmüyordu.

– Limanlarımız ve demiryollarımızın yönetimi yabancı şirketlerin elinde idi.

Özet olarak milletçe yaşamamız tamamen dış destekle mümkündü. 200 sene önce Sanayi ve Teknoloji devrimlerini tamamlayan sömürgeci Avrupa ülkeleri; Osmanlı’nın tarihe mal edilişini ve bunun yıkıntılarını temizleme işinin yine kendisine devredileceği, her alanda kendilerine bağımlı ülke kurulmasını sevinçle seyrediyorlardı. Avrupalılara göre; genç Türkiye Cumhuriyeti her şeye sıfırdan başlayacağından ve tamamen kendilerine bağımlı olacağından kalkınması ve güçlenmesi, yeniden tarih sahnesinde sözü geçer bir devlet vasfı kazanması imkânsız denilecek kadar zordu.

Bu tablonun acı ama gerçek olan tek vasfı; Atatürk ve arkadaşlarının her şeye yeniden yani sıfırdan başlayacak olmalarıydı.

Bunun için ellerinde bir tek kaynak; Türk milletinin engin tarihi tecrübesi, bu tecrübe ile yoğrulmuş ileriye dönük başarma azim ve iradesi idi. Ayrıca milletine inanan ve gücünü iyi tanıyan bir dahi liderleri yönetimin başında bulunuyordu. 

İşte bu yoklardan Atatürk önderliğinde 20. Asrın gerçek medeniyet mucizesi yaratılmıştır. Tarih sahnesinden silinmek istenen bir ülke ve bir millet; Ata’sının yönetimi altında 15 yıl gibi kısa bir süre içinde dünyadaki emsalleri arasında örnek bir duruma gelmiştir. Kendi ağır sanayisini sıfırdan kurmuştur. Kendi tanklarını, toplarını, havanlarını, göklerini koruyan uçaklarını, denizlerinde dolaşan savaş gemilerini imal edebilmiştir.

Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti; geleceğine güvenle bakan mutlu insanların yaşadığı; saygın bir uluslararası düzeye erişmiş; enflasyonun adını bilmeyen; borcu ve dış ticaret açığı bulunmayan; dostluğu hep aranan ve düşmanlığından sakınılan güçlü bir yapıya mucize denilebilecek bir zaman süresinde erişmiştir.

Doğal olarak bu olağanüstü duruma sihirbaz değnekleri kullanılarak birdenbire ulaşılmamıştır. İnançlı kadroların, yüksek irade emrinde bilinçli, plânlı ve programlı çalışmaları ile ulaşılan bu hedefler dünyanın meraklı bakışları altında şaşırtıcı ve mucizevi bir hızla ve başarılı olacak tarzda teker teker ele geçirilmiştir.

Gazi’nin ölümünden sonra bu başarının devam etmesi gerekiyordu. Bunun da bir tek yolu Atatürk’ün çizdiği rotadan aynen yürümekti. Bu şekilde “Atatürkçülük” ve “Atatürkçü Düşünce Sistemi” Türk milletinin istek ve ihtiyaçlarından kaynaklanarak ortaya çıktı ve zaman içinde sistemli şekilde kurumsallaşarak günümüze kadar ulaştı. 

Günümüzde, TBMM’nin Başkanı Cemil Çiçek denetiminde ve meclisteki partilerin temsilcilerinin birlikte yeniden yapılmak üzere üzerinde çalıştığı  1982 TC. Anayasası; Atatürkçülüğün sistemleşerek uygulanmasının ulaştığı son nokta idi.

Şimdi yeni Anayasa yapım sürecini izliyoruz. Bu çalışmalar sonucunda  Türk milleti olarak Atatürkçü Düşünce ile yönetilmeye devam mı edeceğiz.? Yoksa kendimize yabancı  başka  yeni yönetim usullerini mi layık göreceğiz.?

Geçen asırdan 21 nci Asra fikir ve düşünceleri ile ulaşarak bugün bütün insanlığa yön veren Atatürk’ün düşünce sisteminin sonsuza kadar bizi yönetmesini istiyorum.

O gün milletinin önüne düşüp, emperyalizme kesin darbe vurarak milletin egemenliğinin kayıtsız şartsız millete ait olduğu tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk bugün yoktur. Ama onun fikir ve düşünceleri ilk günkü gibi canlıdır. Bu ülke insanına sanki o sağmış gibi bu düşünceler yol gösterebilir: Çünkü bu düşüncelere inanmış milyonlarca Türk vardır.

Atatürkçü Düşünce’ye inanır ve O’na sahip çıkarsak yeni Atatürk’ler aramamıza gerek kalmaz. Çünkü O’nun ‘Dengeli, Tutarlı ve Uygulanabilir’ nitelikteki özgün düşünce sistemi bugün bize zorla dikte ettirilmeye çalışılan sömürgeci zihniyetleri durduracak ve bu necip milleti yeniden şahlandıracak güçtedir.

Şimdi , Atatürkçü Düşünce üzerine doktora seviyesinde eğitim almış ve bildiklerimi tam 18 yıldır üniversitede Türk gençlerine aktarmayı görev bilmiş bir kişi olarak bana düşen halkımı aydınlatma görevimi ifa etmenin huzurunu yaşıyorum. Konunun bilimsel derinliğine girmeden, bu düşünce sisteminin ne olduğunu, nasıl öğrenilip, nasıl tatbik edilebileceğini ve bu sürecin sonunda ulaşabileceğimiz noktaları kolay anlaşılır sade bir dille ifade ettiğim “ATATÜRKÇÜ OLABİLMEK” ve “ATATÜRKÇÜ OLMAK” isimli seri kitaplarımla bana düşen tarihi görevi yaptığımı değerlendiriyorum.

Atatürkçü Düşünceye inanmış Türk aydınları olarak her platformda milletimize bu düşünceleri anlatalım. Kazanılan her kişinin Türklük düşmanları için birer atom bombası gücünde olduğunu bilelim ve bıkmadan bu öğretiyi yayalım.İşte o zaman milletimize ve devletimize en büyük iyiliği yapmış olacağız…

Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

 

 

ATATÜRKÇÜ OLABiLMEK !

Türkiye’de fikir adamları diyorlardı ki; Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur. Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan, düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. ‘Onlar bizi idare etsin’ diyorlardı. Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1922)

  Yukarıdaki başlık 9 Ekim 2013 tarihinde amazon.com’dan yayınlanan 12 nci  kitabımın ismi.(1)

 Şimdi, her zamankinden daha fazla Atatürkçü Düşünceyi benimsemiş ve Atatürkçülüğü bir yaşam tarzı haline getirmiş gerçek Atatürkçülere ihtiyacımız vardır. Bu bakımdan kitabın yayım zamanının isabetli olduğunu düşünüyorum.

            Bugün Yargıtay 9 ncu Dairesi Atatürk’ün mensup olduğu Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin yargılandığı BALYOZ davasında son noktayı koydu.  Komutanlara verilen cezaları onayarak yargının siyasallaştırıldığı konusunda kamuoyunda yaygın olan şüpheleri arttırdı.

Herbirinin Atatürkçü olduğundan zerre kadar şüphemin olmadığı, suçsuzluklarına inandığım değerli silah arkadaşlarıma verilen cezaların onları şahsen yıkamayacağını çok iyi biliyorum. Türk Silahlı Kuvvetlerine yargı vasıtasıyla indirilen balyoz’un kutsal askerlik ocağının gücünde asla zafiyet yaratmayacağına da inanıyorum. Çünkü bu haksız siyasi kararların ordunun muvazzaf kadrolarında şok etkisi yaratarak vatana hizmet yolunda güç aldıkları Atatürk’e ve Atatürkçü Düşünceye eskisinden daha sıkı  sarılacaklarını değerlendiriyorum. 

Dün, yanmış yıkılmış ve harabeye dönmüş bir imparatorluğun enkazından Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve bir avuç inançlı silah arkadaşı nasıl bir Türkiye Cumhuriyeti mucizesi yaratmışlarsa, bugünde O’nun fikirlerini bayrak edinmiş Atatürkçüler eliyle yeni mucizelerin yaratılacağına ve ülkemizin yeniden aydınlığa kavuşacağına inanıyorum.

“ATATÜRKÇÜ OLABİLMEK” kitabımla bugüne kadar yapılmayanı yapmaya çalıştım. Atatürkçü Düşünce’yi bir sistem arayışı içinde halkımızın anlayacağı sade bir dil ile irdeledim.

Yaptığımın bir ilk olduğunu biliyorum. Çünkü Türk insanının neden Atatürkçü olmaları gerektiği ve nasıl Atatürkçü olabilecekleri konusunun bilim adamlarımızın hiç dikkatini çekmediğine yaşayarak şahit oldum. Ayrıca, Atatürkçü Düşünce Sistemini bütün yurt sathında hakim kılmak ve her geçen gün sayıları artan sahte Atatürkçülerle mücadele edebilmek için yapılabilecek olanlara bir sistem arayışı içinde yaklaşıldığını da görmedim.

Bugün devletimizin çatısını teşkil eden 1982 ANAYASASI, şimdiye kadar başka ülkelerde benzeri olmayan bir şekilde bir fikri temele dayandırılarak; ATATÜRK İLKELERİ ve ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ ” üzerine inşa edilmiştir. Anayasamız gücünü Atatürk İlkeleri ve Atatürkçü Düşünce Sisteminden almaktadır. Bu Anayasa ile getirilen bütün kurallar bu fikri temele oturtulmak ve yasalarımız da bu temele uymak zorundadır.

Yapılan 17 Anayasa değişikliği ile değiştirilen 112 maddede Anayasanın bu fikri temel üzerine oturtulması hususuna dokunulamamıştır. Anayasa bu temel üzerinde işlevini sürdürmeğe devam etmektedir.

Biliyoruz ki günümüzde insanlarımızı etnik ve dini düşüncelerine göre ayrıştırma çabaları hızla sürdürülmektedir. Bilhasa Atatürk’e düşmanlık ile Atatürkçü olduğuna inanılan kişilere düşmanlıklar artmaktadır. Atatürk ve eserleri plânlı bir şekilde hem çevreden hemde beyinlerden silinmeye çalışılmaktadır. Çünkü, Türkiye üzerinde çıkarı olan küresel güçler için en büyük tehlike, Atatürk ve Atatürkçü Düşünceye inanmış kitlelerin varlığıdır. İşte bu varlık yok edilmeye çalışılmaktadır.

Şimdi soralım;

–          Büyük saldırı altında kalan Atatürkçüler ne yaptıklarını ve ne yapmaları gerektiğini biliyorlar mı?

–          Türk halkı, “Neden Atatürkçü Olmalıyım?”ın cevabını biliyor mu?

–          Türk halkı, “Nasıl Atatürkçü Olabilirim?in cevabını biliyor mu?

          Bu soruların cevabı “hayır bilmiyor” olacaktır. Çünkü Atatürk’ten sonraki yönetimler görevlerini yapmamışlardır. Bu soruların muhtemel cevaplarını Türk vatandaşlarına öğretmemişlerdir.

            Bugüne kadar bizlere sadece Atatürk’ü tanıtan ve Atatürk sevgisini aşılayan genel bilgiler verildi. Atatürk’ün Anayasamızın temelinde yer alan, Türk toplumunu çağdaşlığa taşıyacak tutarlı, dengeli ve uygulanabilir bilimsel düşünce sistemi hep gözardı edildi. İşte bu yüzden biz ölümünün 75 nci yılında hâlâ Atatürk’ü tartışma ihtiyacı duyuyoruz ? Sorun budur.

Çünkü, Atatürk’ü yeterince tanımıyor, düşünce sistemini anlamıyor, O’nun Türk toplumu ve dünyaya ışık tutan uygulamalarını hiç bilmiyoruz.

Çünkü, Atatürkçüler olarak, Atatürkçülüğe düşman unsurlar ve sahte Atatürkçülerle mücadele etmeye yetecek kadar bilgiye sahip değiliz.

Çünkü, Atatürk’ü bağrından çıkaran milletin mensubu olarak, Nasıl Atatürkçü olabileceğimizi de henüz tespit edememişiz.

Çünkü, Atatürkçülük adına yaptığımız yanlışların ve Atatürkçü Düşünceye verdiğimiz büyük zararların farkında bile değiliz.  

            Yok edildiği farz olunan Türk milletine, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kurduran Atatürk  bugün fiilen yoktur. Ama O’nun fikir ve düşünceleri ilk günkü gibi canlıdır. Bu düşünceler küresel güçlerin boyunduruğu altındaki ülkemiz için bizlere tek çıkış yolunu göstermektedir.

            ATATÜRKÇÜ OLABİLMEK! kitabı, otuz yıllık bilimsel bir çabanın sonucunda; ülkemizde Anayasal sistem içinde bir yaşam tarzı olarak seçilen Atatürkçü Düşünce’nin ne olduğunu, nasıl öğrenileceğini, nasıl tatbik edilebileceğini açıklayarak halkımız bilgilendirmek amacıyla hazırlanmıştır.

            Ben yetişmiş her gerçek Atatürkçü’nün Türkiye ve Türklük düşmanları karşısında adeta bir atom bombası gücünde olduğunu değerlendiriyorum. Bugün ülkemin gerçek Atatürkçülere her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. Atatürkçülük eğitim ve öğretisinin çok zor olduğunu biliyorum. Fakat inanıp gayret edersek mutlaka başaracağımıza inanıyorum.

(1)     http://www.amazon.com/Atat%C3%BCrk%C3%A7%C3%BC-Olabilmek-arayisi-Turkish-Edition/dp/1492917044/ref=sr_1_1?ie=UTF8&qid=1381325030&sr=8-1&keywords=tamer+kumkale

 

Dr.Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com