Archive | Aralık 2013

ŞEHİT KUBİLAY

Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1923)

                23 Aralık 1930’da Asteğmen Kubilay’ın irtica ayaklanmasında Menemen’de şehit edilmesinin izleri  geçen 83 yıla rağmen toplumsal belleğimizden silinmemiştir. Bugün halkımız yurdun her yanında yapılan törenlerle cumhuriyet şehidimiz Kubilay’ın manevi huzurunda cumhuriyete sahip çıktığını vurgulamaktadır.

Adını gururla andığımız Mustafa Fehmi Kubilay, 1906 doğumlu Giritli bir ailenin çocuğudur. Bir cumhuriyet öğretmenidir ve 1930 yılında askerlik hizmetini yedeksubay asteğmen olarak yapmaktadır. Bu idealist genç subay, Menemen’de 23 Aralık 1930’da şeriat isteyerek ayaklanan bir grup meczup yobaz tarafından kafası kesilerek vahşice öldürülmüştür.

İrtica tehdidini ve Cumhuriyet yönetimlerinin irtica ile mücadelesinin nasıl olması gerektiği hususu Atatürk’ün 28 Aralık 1930 tarihli “Gazinin Orduya Taziyetnamesi”nde mevcuttur. Atatürk’ün günümüzde de önemini muhafaza eden bu sözlerini hatırlayalım. Gazi diyorki;

“ Menemen’de vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit Vekili Kubilay Beyin vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kubilay Beyin şehâdetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ve ihtilâfın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur. 

Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim (elem ve kedere uğratmış) etmiştir. İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman yedek subayın uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telâkki ettiği ve mütecasirlerle(cesaret eden), müşevvikleri    ( destekleyen), ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz bu mes’eledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeğe yöneliktir. 

Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin idealist muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır. (Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal)” 

Menemen’deki irticai isyan ordu tarafından bastırıldı. İsyanda elebaşı olan Derviş Mehmet  vurularak öldürüldü. Kaçanlar yakalandı, ilişkisi olanlar için hukuki kovuşturma başlatıldı. 

Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın vahşice katledilip, kesilen başının sopaya takılarak Menemen sokaklarında dolaştırılması tüm yurtta derin bir üzüntü ile karşılanmıştır.

Bakanlar Kurulu, 31 Aralık 1930’da, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir Merkez ilçelerinde 1 ay süreyle sıkıyönetim ilan edilmesini, sanıkların yargılanması için de Divanı Harp kurulmasını kararlaştırmıştır. 
Sıkıyönetim K.lığına 2. Or. Müfettişi Org. Fahrettin Altay, Sıkıyönetim Harp Divanı Başkanlığına 1 inci Kor. K.V. Tümg.Mustafa Muğlalı Paşa getirildi. Sıkıyönetim, yargılama bitip suçlular cezalandırıldıktan sonra Manisa ve Balıkesir Merkez ilçelerinde 28 Şubat 1931’de, Menemen’de ise 8 Mart 1931’de sona erdi. 

Sıkıyönetim mahkemesi, 105 sanığı 15 Ocak 1931’de yargılamaya başladı. 25 Ocak 1931’de açıklanan Divanı Harp Kararnamesi’ne göre;105 sanıktan 37’si için ölüm cezası verildi. 6’sının ölüm cezası yaş haddi nedeniyle 24 yıl “idama bedel hapis cezası”na çevrildi. Diğer sanıklardan 20’sine bir yıl, 14’üne üç yıl, 6’sına 15 yıl, birine 12,5 yıl hapis cezası verildi, 27 sanık beraat etti. 

Divanı Harp Kararnamesinde sanıkların; “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs ettikleri ve bunlara yardımda bulundukları ve Mehdi Mehmet’in mehdiliği için harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında idareye haber vermedikleri ve tekkelerin kapatılmasından sonra tarikat ayini yapmaya devam ettikleri ” belirtildi. Ölüm cezaları 3 Şubat 1931’de yerine getirildi. 

Menemen’de öğretmen Kubilay’ın öldürüldüğü ayaklanmanın başı “mehdi” olduğunu iddia eden Giritli Mehmet (Derviş Mehmet) adında Nakşibendi tarikatına bağlı biriydi. 7 Aralık’ta 6 müridiyle Manisa’dan yola çıkan Derviş Mehmet, 23 Aralık sabahı, gün doğarken Menemen’e girmiş ve Belediye Meydanında çevresine topladığı yaklaşık yüz kişiyle zikrederek şeriat ilan etmeye kalkışmıştı. Meydandaki kalabalığın bir bölümü çağrısına uymuş, bir bölümü ise seyirci kalmayı yeğlemişti. Silahlı olan asiler bir müfrezenin başında olaya müdahale eden yedek subay Asteğmen Kubilay’ı hemen ardından da Hasan ve Şevki adındaki iki mahalle bekçisini öldürerek cumhuriyeti tanımadıklarını haykırmışlardı.

Kubilay olayı devlete karşı bir ayaklanma hareketidir. Birkaç dervişin kendi başlarına düzenledikleri münferit bir olay olarak görülmemelidir. Yer seçimi ve zamanlaması profesyonelce hazırlanmıştır.

Kubilay Vakası; hükümetin , TBMM’nin ve Atatürk’ün olaya anında müdahalesi ile büyümeden söndürülmüş bir yangın olarak görülüp, benzeri olayların tekrar yaşanmaması için yeni nesillere ders olarak okutulmalıdır. Yani, Kubilay, her yıl sadece 23 Aralıkta Menemen’deki Kubilay anıtının önünde yapılan göstermelik bir askeri tören çerçevesinde hatırlanmaktan çıkarılmalıdır. Bu olay, milli bilinç ve şuurlaşmanın kökleştirilmesinde önemli bir yapı taşı olarak değerlendirilerek daima canlı tutulmalıdır. 

Türkiye’de irtica tehdidi olmadığını vurgulayarak Anayasanın İnkılâp Kanunlarının korunmasına ilişkin 174. üncü maddesine rağmen İrtica’yı cumhuriyet için tehdit olmaktan çıkarmaya çalışanların Kubilay olayını ibretle incelemelerinde yarar vardır.

Cumhuriyet şehidi aziz Kubilay’ı rahmetle anıyor ve hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Ruhu Şad Olsun … Mekanı cennet olsun… 

Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

YOLUN SONU

HAN-I YAĞMA (Tevfik Fikret)

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını
Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini
Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.
Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini.

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin! 

————————————————————-

BEN DİYORUM Kİ;

Yasaklarla, Yoksullukla ve Yolsuzluk ile mücadele edeceğim diye geldiniz.

Halktan, cumhuriyet tarihinde hiçbir partiye nasip olmayan desteği aldınız. Hem yerel yönetimlerde ve hemde TBMM’de daima ekseriyette oldunuz.

Ne mecliste ve nede meclis dışında ciddi bir siyasi muhalefetle karşılaşmadınız.

“Yaradılanı yaradandan dolayı sevdiğinizi”söyleyerek insanları inandırdınız..

Herşeyiniz vardı. Ama devlete ait bilgi ve tecrübeniz yoktu. Teslim aldığınız devleti hiç tanımıyordunuz. Bu zor coğrafyada ülkeyi şirket gibi yönetebileceğinizi sandınız.

Devlet bürokratlarının yerine getirdiğiniz kadrolarda liyakat ve bilgi değil,  İmam Hatipli olma vasfını aradınız. Ama bu vasıf devlet yönetimine yetmedi. İktidarınızı cemaatlerle paylaşarak devlet içinde devletçikler yarattınız.

Eşin başörtüsünü devlet kadrolarında yükselmenin tek şartı olarak gördünüz.

Üç gün önce başlayan yolsuzluk operasyonları ile gelinen yer bellidir. Örtünüp gizlenecek bir şey kalmamıştır. Artık KRAL ÇIPLAK’tır

Kaçacaksınız ama kaçamıyorsunuz. Sıkıştınız. Açtığınız delik çok büyük ama yamanız çok küçük. Ve artık kapatmanıza da imkan yok..

 

ÇÜNKÜ SİZLER;

Bu kritik vatan topraklarında bin yıldır ayakta kalmamızı sağlayan ordunuzu kendi elinizle yok ettiniz. Türk Ordusu tarihindeki en büyük zaiyatı kendi yönetiminden aldı.

Cumhuriyetin yetiştirdiği son aydın neslini  sahte belgelerle hapislerde çürüttünüz.

Tüm komşularınızla mevcut sorunlarınızı savaşla çözecek duruma çıkardınız.

 Devletin temeli olan adalet sistemini sıfırladınız. Artık Türkiye’de “Adalet mülkün temeli” değildir. Türk vatandaşı artık sizin adalet sisteminize güvenmiyor.

“Köylü milletin efendisidir” diyen Atatürk Cumhuriyetini komşularından saman satın alacak hale getirdiniz.

Anadolu otlaklarında binlerce yıldır dolaşan besi hayvanlarımızın kökünü kuruttunuz. Tarihimizde ilk defa kurban bayramı için kurbanlık hayvan ithal ettiniz.

11 yıl içinde tüm devlet bütçelerini açıkla kapattınız. Cari açığı alınan dış borçla kapatmaya çalışarak açığı büyüttünüz. Torunlarımızı dahi borçlandırdınız.

İthalat ve ihracat denge makasını daima ithalat lehinde gerçekleştirdiniz.

Halkın haber alma ihtiyacını karşılayan basını sansürlediniz. Susan basın ile halkın haber alma ihtiyacını önleyerek vatandaşı kandırdığınızı sandınız.

Seçim hileleri geliştirerek demokrasiye gölge düşürdünüz.

Cumhuriyetin 90 yıllık maddi kazanımlarını yabancılara satarak sıfırladınız. Osmanlının başına bela olup yıkımını hazırlayan kapitülasyonları geri getirdiniz.

Askerin başına ABD çuvalı geçirilmesine seyirci kalarak milli gururu kırdınız.

40.000 kişinin katili PKK lideriyle diyalog kurup onu meşrulaştırdınız. Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere PKK ile mücadele eden askerlerimizi hapsettiniz.

Anayasanın temel dayanağı Yasama, Yürütme ve Yargı erkinin kuvvetler ayrılığı sistemini bozdunuz. Tüm gücü başbakanın elinde toplayıp tek adam yönetimi kurdunuz.

Devlete silah sıkan eşkiyayı seyrederken, hak arayan sade vatandaşlarınızın üzerine devletin polislerini Tomalarla ve gazlarla saldırtarak, “destan yazıyorsunuz” söylemleri ile toplumsal ayrışmanın hızlanmasını sağladınız.

Üniversiteleri lise kültürü seviyesine düşürerek ülkenin geleceğini zora soktunuz.

Milli eğitimi yaz- boz tahtasına çevirerek “cahil ve boş” ama “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirilmesine çanak tuttunuz.

Suriye başta olmak üzere tarihinde ilk defa bir komşu ülkeye terör ihraç ederek ülkeyi sıcak savaş tehlikesi ile karşı karşıya getirdiniz. Dış dünyanın tepkisini çektiniz.

Anayasayı, yasaları ve hukuk düzenini yok sayarak veya kasten bozarak hukuk tanımazlığın en güzel örneklerini verdiniz.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinde Türkü ve Türk Kültürünü ve cumhuriyet kurucusu Atatürk’ü yok farzettiniz.  Atatürkçü Düşünce fikri temeli üzerine inşa edilen Anayasanın emredici hükümlerine rağmen Atatürk düşmanlığını milli politika haline getirdiniz.

Milli günlerde yapılan kutlamaları kaldırdınız.

Türbanı devlet yönetiminde başlıca unsur kabu l ederek. Türban takmayanları ötekiler, dinsizler, ahlaksızlar şeklinde ayrıştırdınız.

Devlet ihale kanunlarını defalarca değiştirerek devletin doğal kaynaklarının yandaşlar, akraba ve hısımlar tarafından kolayca soyulmasına ortam hazırladınız.

Herkesi dinleyerek haberleşme hürriyetini sıfırladınız.

Siyasette belden aşağı kasetler dönemini başlatarak siyaseti soysuzlaştırdınız.

Milleti birbirine düşman ederek ötekileştirdiniz. Sizden ve bizden olanlar söylemi ile ayrımcılığı had safhaya çıkardınız.

İkiz Yasaları kabul ederek ülkenin bölünmesinin siyasi alt yapısını hazırladınız.

Üniversiteler başta olmak üzere yapılan tüm giriş imtahanlarında hileler yaparak vatandaşın hakkını yediniz.

Kendiniz ve yakınlarınızın maddi imkanlarını katlanarak büyütürken vatandaşı belediyelerden alacağı iki paket makarnaya muhtaç hale getirdiniz.

İşadamlarını vergi memurlarınızla tehdit ederek çalışma barışını sıfırladınız.

Sendikaları yandaşlara teslim ederek, işçileri taşeronlaştırarak çalışma barışını bozdunuz ve üretimi rekabet edemez hale getirdiniz.

Düzmece delillerle Türk ordusunun kozmik bürolarına girdiniz. Ordunun çok gizli savaş planlarının düzmece mahkeme dosyalarına taşıyarak dünyanın bilgisine açtınız.

Paralı  asker uygulaması getirerek binlerce yıllık ordu-millet vasfını dağıttınız.

Milleti devamlı şokta tuttunuz. Bu da olur mu artık? Diyecek bir şey bırakmadınız.

AB yolunda Türk milletinin gururunu iki paralık ettiniz.

700.000 kişilik Kıbrıs Rum Kesiminin AB’ne üye olmasını sağlayarak Kıbrıstaki 400 yıllık Türk geçmişini yok farzettiniz.

Kuzey Irak’ın gerçek sahibi Musul ve Kerkük Türkmenlerine soykırım yapılmasını seyrederek bu bölgeyi azınlıktaki Kürt unsurlarına teslim ettiniz.

 

ŞİMDİ BURADA DURALIM  VE DÜŞÜNELİM;

Yukarıda yazılanlar hiç düşünmeden hemen kalemin ucuna gelenlerdir. 11 yılda teslim alınıpta bozulan sistemleri alt alta sıralamaya bu sayfalar yetmez.

İnsanlarımız artık kendisini adam yerine koymayan, sabah söylediğini akşam üzeri yalanlayan dindar maskeli siyasetçilere güvenmiyor.

Özetleyecek olursak sizler; 2002’ de teslim aldığınız sağlam vazoyu var gücünüzle yere atıp kırdınız. Sonra teker teker kırılan parçaların üzerinde tepinerek, onların bir daha bir araya gelip eski haline dönemeyecek şekilde tuzla buz ettiniz. Yani Türkiye’nin bütün sistemlerini yeniden onarılamayacak kadar bozdunuz.

Onun için şimdi yapılacak şey, ülkeyi yeniden kurmak ve herşeyini yeniden tanzim etmektir. Peki bunu yapabilirmiyiz?  Evet yaparız.

 Çünkü 12.000 yıllık tarihi geçmişimizde Türk milleti olarak aynen bugün olduğu gibi tamamen kendi elimizle yıktığımız devletimizi  tam 129 kere yeniden kurduk. Bugünde daha iyisini kuracak bilgi ve tecrübeye sahibiz.

Atatürk Türkiyesini yine kuracağız. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk NUTUK isimli eserinde bunu nasıl yapacağımızı açıkça anlatmıştır.

Bugün geldiğimiz noktada devletin en üst makamlarını işgâl edenlerin karıştığı yolsuzluk iddialarını ibretle ve utanarak seyrediyoruz.

Ak Parti, daima öne çıkardığı dini söylemlerden dolayı kendisini namuslu ve ahlâklı olarak gören seçmenlerini açıkça aldatmıştır.

Onlar, milletin hafızasına yer etmiş “Devlet malı”, “Tüyü bitmemiş yetimin hakkı”, “Beyt-ül Mal” gibi muhteşem kavramları unuttular.  “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” şeklindeki yakışıksız söylemlerin peşine düştüler. Ve yolun sonuna geldiler..

 

SONUÇ

Bugün 20 Aralık 2013’te AKP hükümeti meşruluğunu kaybetmiştir.

Ülkeyi, tamamen kendi eliyle getirdiği kaos ortamından meşruiyet içinde çıkarması artık mümkün değildir. Alacağı zecri tedbirlerle iktidarını kurtaramaz. Çünkü şimdi gelinen durumda yaratılan yıkımdan ülkeyi çıkarmaya gücü ve yüzü yoktur.

Çünkü ortaya çıkan yolsuzlukları kapatacak kadar büyük başörtüsü yoktur. Her geçen gün çıkacak yeni yolsuzluk dosyaları yönetimi daha da şıkıştıracak ve AKP kadrolarını insan içine çıkamaz hale getirecektir.

Şimdi hukuk ortamı içinde yapılacak şey, TBMM’nin AKP’den verdiği emaneti geri almasıdır. Bağımsız bir başbakanla tüm partilerden üyelerin yer alacağı bir milli  mutabakat hükümeti ile ülke hızla erken seçime götürülmelidir. Bu hükümetin ilk işi   demokratik olmayan seçim kanunlarını değiştirerek halkın tüm oylarının TBMM’ne yansımasını sağlayacak yeni Seçim ve Siyasi Partiler Kanunu ile ülkeyi sağlıklı ve güvenli bir seçime taşımaktır.

Bütün bunların yerel seçimlerden önde tamamlanması gerekmektedir..

Herşeye rağmen ülkemiz ve insanlarımızın önünde güzel günler görülmektedir.

Milletin gücünün, kendi seçtiği temsilcilerden daha büyük fazla olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır.

 

 

Dr. Tahir Tamer Kumkale

 

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

.

DAVUTOĞLU KİME HİZMET EDİYOR?

Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması ile en doğru çözüm şeklini buldu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk(1922)

————————————————————————————————————————————–

Ermeni soykırım yalanları konusunda  Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu; T.C Devletinin milli politikalarının ağzıyla değil, küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda konuşmaktadır.

Özgür (!) basınımız, Bakan Davutoğlu’nun Karadeniz Ekonomik İşbirliği toplantısı için Ermenistan’ın başkenti Erivan’a giderken verdiği ılımlı mesajları dile getiriyor…

 Türkiye ile Ermenistan arasında 2009’da ilişkilerin normalleşmesi için imzalanan protokollerin iki ülkede de buzdolabına konmasından 3 yıl sonra dün Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) bakanlar toplantısına katılmak için Erivan’daydı. Davutoğlu;  Tehciri benimsemiyoruz, gayriinsani bir uygulama. ‘Adil hafıza’ ile taraflardaki dirençli kolektif bilinci yıkabiliriz. Buzu çözeyim derken altında kalabilirsiniz. Diyor.”

Ermeni Tehciri esnasında Ermeni soykırımı yapıldığını dünyada söyleyecek en son insan Türkiye’nin dışişleri bakanıdır. Oysa Bakan Davutoğlu; “Evet biz soykırım yaptık. Bende Diaspora Ermenileri gibi Osmanlı Devletinin Tehcir yoluyla soykırım yaptığını düşünüyorum.” Diyor..

Bir laf vardır “Ölmüşüzde ağlayanımız yok “ Evet ölmüşüz. Üzerimizde de ölü toprağı var. Yıllardır verdikleri şehitler ve uyguladıkları başarılı politikalar ile Türkiyenin Ermeni Politikalarını başarıyla savunan tecrübeli diplomatlarımızın bilgi birikimi ne yazık ki bakan Davutoğlu’na aktarılamamış.  Ne demeli bilmiyorum. Allah bu millete acısın diyerek Tehcir  konusunu özetliyorum.

Arapça asıllı bir kelime olan TEHCİR, “Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirip hicret ettirmek” anlamındadır. Savaş zamanı Ermeni isyan ve katliamlarına önlem almak amacıyla Talat Paşa Hükümetinin başlattığı ve Osmanlı Mebusan Meclisinin uygun gördüğü yer değiştirme faaliyeti her yerde değil,  cephelerin güvenini tehlikeye sokan başlıca iki bölgede uygulanmıştır.

Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin gerisindeki Erzurum, Ağrı, Van, Bitlis dolaylarıdır. Diğeri ise, Arap yarımadasında Sina cephesi gerisi yani Mersin-İskenderun bölgeleridir. Dış kaynaklı Ermeni tedhiş komitelerinin baskı ve tahrikleri ile Ermeniler, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmış, onların hareketlerini kolaylaştıracak faaliyetler icra etmişlerdir. Başlangıçta Tehcir sadece iki bölgeyi kapsamıştır. Bilahare düşmanla işbirliği yapan, Ermeni komitacılarına yataklık yaparak devlete karşı isyan eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde tehcir genişletilmiştir.

Tehcir Kararı tüm Ermenilere uygulanmamıştır. Katolik ve Protestan Ermenilere, Osmanlı ordusunda subay olan  ve sıhhiye sınıfında görevliler ile Osmanlı Bankası ve konsolosluklarda çalışan Ermenilere Tehcir uygulanmamıştır.

Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar sevke tabi olmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe ‘Göçmen Ödeneği’ üzerinden karşılanmıştır. Daha sonra bunlar arasından da zararlı faaliyetleri tesbit edilen bazı aileler de göçe tabi tutulmuşlardır.

İngiliz ile Fransızların destek ve yönlendirmesiyle Ermeniler, birtakım sahte ve uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu Ermeni tehcirinin soykırım amacıyla yapıldığı şeklinde kandırmayı başarmışlardır. Üç yüz binden, üç milyona kadar değişen rakamlarla ifade edilen Ermeni katliamının hiçbir resmi ve geçerli dayanağı mevcut değildir. Çünkü Osmanlı başkentini üç yıldan fazla işgal altında bulunduran İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı arşivini didik didik etmelerine rağmen Ermenilere soykırımı ispat edecek hiçbir belgeye rastlamamışlardır. Cezalandırmak maksadıyla Malta adasına sürüp yargıladıkları Osmanlı bürokratlarını suçlayacak delil bulamamışlardır.

Eğer Osmanlı Devleti Ermenileri soykırıma tabi tutmak isteseydi. Onların yerlerini değiştirmek zahmetine katlanmadan bulundukları bölgelerde kolaylıkla soykırıma tabi tutardı. Böylece kafile güvenliği, iaşe ve ibadesi işleri için asker ayırmaya, ve çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda yaptığı pek çok maddi fedakârlıklara ihtiyaç kalmazdı.

Burada soykırım değil, tam tersi bir ırkı ve milleti soykırımdan koruma gayreti vardır. Devlet, bir yandan cephe gerisinde güvenliği sağlarken asıl amacı kendi tebası olan Ermeni vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktı.

Nitekim 1915 Mayısında başlayıp 1916 Ekimine kadar devam eden göç ettirme ve yeniden yerleştirme sırasında, tüm imkânsızlıklarına rağmen alınan olağanüstü tedbirler ile, zor savaş şartlarına rağmen tehcire tabi Ermenilerin can ve mal güvenliğini sağlamak için âdeta yeni bir cephe açmış gibi çok ağır idarî, askerî ve malî yükler altına girmiştir.

Diaspora Ermenilerinin ‘Ermeni soykırımının yıldönümü’ diyerek her yıl anma yaptıkları 24 Nisan devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum halkı  katleden 2345 çete mensubu Ermeni’nin yargılanmak üzere tutuklandıkları tarihtir. Aslında bu tarihin, sözde soykırımla ve “Tehcir” uygulamasıyla hiç ilgisi yoktur.

Tehcir uygulaması esnasında Ermenilerin iddia ettiği gibi 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Osmanlı Devletinin resmi kaynakları ve istatistikler 1915’te bütün Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni toplumunun nüfusunun 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Bugün tarihçilerin incelemesine açık olan Osmanlı Devlet arşivinde kaç Ermeni’nin Tehcir/yer değiştirme uygulamasına tutulup bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle bulunmaktadır.

1914 yılı nüfus sayımına göre, Osmanlı tebası olan Ermenilerin nüfusu 1.221.850′ kişidir. Yer değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus ise toplam 167.778’dir. 9 Haziran 1915’te başlayıp 8 Şubat 1916 tarihinde sonuçlanan yer değiştirme uygulaması esnasında 391.040 kişi yerleştirilecekleri bölgelere sevk edilmiş, bunlardan 356.084 kişisi yerleşim bölgelerine ulaşmıştır.

Yani, Ermenilerin yer değiştirme uygulaması sırasında verdiği kayıpların toplamı 35.000 kişi kadardır. Tehcire tabi olan  nüfus içerisinde yer alan ve tehcir esnasında Halep bölgesinde  yaşayan 26.064 Ermeni vatandaşımız 35.000’den çıkarıldığında geriye 10 bin kişilik kayıp kalmaktadır.

Buna göre Ermenilerin tehcir (yer değiştirme) sırasında verdikleri toplam kayıp en fazla 10 bin kişiden ibarettir. Bunlar da, iddia edildiği gibi devlet güvenlik güçleri tarafından plânlı soykırıma tabi tutulmamıştır. Bütün bu zaiyat savaş şartlarının yarattığı asayişsizlik sebebiyle eşkiya gruplarının saldırıları sonucu meydana gelmiştir..

Osmanlı Devleti; yer değiştirme uygulaması ile savaş şartları altında her an ölüm tehlikesi ile burun buruna gelebilecek olan yüz binlerce Ermeni yurttaşının hayatını kurtarmıştır. Nitekim yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ ve salim  olarak yaşamlarına devam ederken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaşan Ermenilerin pek çoğu savaş esnasında ölmüşlerdir.

Tehcir uygulaması saklı-gizli değildir. Tehcirin her safhası tamamen yabancı diplomatların ve heyetlerin gözleri önünde ceryan etmiştir. Tehcirin güvenli geçmesi için alınan fiziki güvenlik tedbirleri yanında çok ciddi maddi harcamalar da  yapılmıştır. Göçmenlerin; sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915’de 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı resmi belgelerde vardır..

 “Yer Değiştirme Kanunu”, 1 .6. 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekâyi’de yayımlanıp yürürlüğe girmiş ve hemen uygulama başlatılmıştır..

Osmanlı Hükümeti, 15 Mart 1916’dan itibaren vilâyetlere ve sancaklara gönderdiği genel bir emirle, görülen idarî ve askerî ihtiyaç üzerine başlatılan zorunlu Ermeni göçünün durdurulduğunu bildirmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nı müteakip tehcire tabi tutulan Ermeni yurttaşlardan isteyenlerin tekrar eski yerlerine iade edilmeleri için bir kararname çıkarılmıştır. 4 Ocak 1919’da Dahiliye Bakanı Mustafa Paşa’nın Başbakanlık makamına gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili makamlara emir verildiği ve gereken bütün önlemlerin alındığı belirtilmektedir.

Özetle, Tehcir uygulaması Osmanlı devletinin utanacağı değil, aksine kendi tebasının can ve mal güvenliğini korumak amacıyla yürüttüğü başarılı bir yer değiştirme faaliyetidir. Bunu da en iyi bilmesi gereken kişi T.C. Dışişleri Bakanıdır.

 

Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

 

 

 

 

DEVLETLE SAVAŞANLARIN BARIŞ SÖZLERİNE KANMAYIN..

Cumhuriyet Halk Fırkasının kararlaştırılmış genel siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz.-Gazi Mustafa Kemal Atatürk-1931

—————————————————————————————————————————–

Adam savaş kılığına bürünmüş, elinde silahı, ağzında BARIŞ haykırışları ile yakıyor, yıkıyor, öldürüyor. Bunu gözümüzün içine baka baka tam 40 yıldır yapıyor.

            40 yılda, 40.000 masumun canına kıyan, onbinlercesini sakat bırakan, ülkemizi her alanda 40 yıl geri bıraktıran cinayet örgütünün başı şimdilerde BARIŞ sözünü ağzından düşürmüyor.  Adeta kendini  BARIŞ HAVARİSİ ilan ediyor. 

            Satın alınarak yönlendirilmiş ve susturulmuş basın ise sahte BARIŞ kavramına işlerlik kazandırmak için binbir yalanla beyinleri yıkamayı sürdürüyor..

            Peki BARIŞ, BARIŞ, BARIŞ diyerek ülkemize BARIŞ geliyor mu?

            Hayır gelmiyor. Çünkü BARIŞ kavramı gerçek değildir. Bu kavram, dünyayı şekillendiren küresel mimarların uyguladıkları Psikolojik Savaşın en etkili silahıdır.

            Son yıllarda BARIŞ GETİRİYORUZ sloganları altında sadece Afganistan’da, Irakta, Libya’da, Mısır’da, Suriye’de,Tunus’ta, Cezayirde, Somali’de, Bosna’da ve daha nice ülkelerde  yakarak, yıkarak, parçalayarak, milyonlarca insanı öldürüp, milyonlarcasını sakat bırakarak nasıl BARIŞ getirildiği hususu canlı canlı dünyaya seyrettirilmiştir. İnsanlar barışın acımasız yüzünü televizyonlardan tanımıştır..

BARIŞ’ın aslında SAVAŞ demek olduğunu milletler yaşayarak öğrenmiştir.

Şimdi, BARIŞ ve  SAVAŞ kavramının arka plânını irdeliyelim.

“SAVAŞ bitsin… BARIŞ gelsin…”  Söz bu. Peki doğrumu?

Hayır doğru değil. Tamamen yalan ve ütopya.. Çünkü, dünyada hiç bir canlı barışı görmedi.. Ama savaşı herkes günün 24 saati savaşı yaşıyarak görüyor. Çünkü, savaş bir gerçek olayı, hareketli bir durumu ifade ediyor. Barış ise olması şiddetle arzu edilen ama bir türlü ulaşılamayan bir durumu anlatıyor.

Hayvanlar arasında hiç bitmeyen bir savaş vardır. Bu savaş zorunludur ve bu tamamen hayatta kalabilme içgüdüsünün yansımasıdır. Hayvanlar arasında tamamen doğal yapılarından gelen ve sadece beslenme ve hayatı idame amacıyla diğer cinslere karşı yapılan saldırıda fiziki güç esas faktördür. Burada güçlü olan güçsüzü mutlaka yener. Sonunda güçlü yaşar, güçsüzler ölür.

İnsanlar arasındaki bitmeyen savaşın temelinde de maddi çıkar temini yatar. Akıl ve mantık gibi unsurlarla kendini eğitip geliştirme kabiliyetine sahip insanların maddi çıkar temini yanında daha pek çok çatışma sebebi vardır. Genellikle kışkançlık ve bencillik egosunun hakim olduğu insanda savaş duygusu doğuştan mevcuttur. Bu duygu daima vardır ve insanı yönlendirip yönetmede çok önemlidir.

Canlılar arasında savaş kaçınılmaz bir olgudur ve daima olacaktır. Barış ise tarihin hiç bir döneminde fiilen olmamıştır ve olmayacaktır. Barış sözcüğü bir ideali bir özlemi ifade eder. Ütopiktir. Savaş ise gerçekleri anlatır. Savaş her zaman ve her yerde insanın hayatını yöneten ve yönlendiren bir egonun dışa vuruşudur.

Ayni ana-babanın ayni evde yaşayan, ayni kültür ve ilgi ile büyüttükleri evlâtları arasında tamamen kıskançlık ve benlik egosunun tatmini yüzünden başlayan anlaşmazlık giderek maddi çıkarlar devreye girdiğinde çatışmaya (savaşa) dönüşür. Abla- abi- kardeş arasındaki bitmeyen kavgalar ana-babayı en çok etkileyen ama çözümünde başarılı olamadıkları temel aile içi olaylardır.

Aile içindeki bu çatışma çok doğaldır. Çünkü insanın tabiatında çatışma ruhu vardır. Yani yaratılıştan gelir. Munis ve sakin yaratılan kardeş, huysuz ve bencil diğer kardeşin çatışma alanında yaşar. Biri daima saldırgandır. Diğeri ise  savunmadadır. Bu çatışma bir ömür boyu sürer. Maddi çıkarlar ortaya çıktığında şiddetlenir. Miras paylaşımı gibi olağan durumlar ise kardeşler arasındaki şiddetli ve kaçınılmaz mücadele sebeplerinden biridir. Ayni kandan gelen ve ayni candan hasıl olan iki kardeş arasında doğuştan başlayan bu doğal çatışmayı önlemek asla mümkün olamamıştır. Yarında mümkün olamayacaktır.

Toplumda aile içinde meydana gelen bu çatışma aile dışında da komşular arasında devam eder. Ayni apartımanda birlikte yaşayan iki komşu arasında çatışmaya yol açacak pek çok etken vardır. Halı silkelemekten, gürültüye kadar süren çatışmalar tüm toplumlarda vardır. Bunda temel etken kıskançlık egosudur.

Komşuların çatışma alanından çıktığımızda yaşanan mahalledeki çıkar çatışmaları görülür. Mahalleler, sokaklar ve giderek köyler, kasabalar ve şehirler birbirine düşman olurlar. Böylece yaşamımızın her safhasında ve her yerde daima çatışma vardır ve bizim bunların dışında kalmamız imkansız gibidir..

Çatışmaların çoğunluğu maddi çıkar temininden çıkıyor gibi görünse de günümüzde kişiler ve toplumlar arasında çatışma sebebi olabilecek pek çok başka etken bulunmaktadır. Yani taraflar dışarıdan yapılan basit yönlendirmelerle kolayca çatışma ortamına sokulmaktadır. Tarafların çatışmasının yaratacağı olumsuzluktan  yararlanmak isteyen küresel mihraklarca bilerek, isteyerek, plânlı, proğramlı ve kontrollu çatışmalar yaratılmaktadır.

Mesela değişik futbol takımına sempati duymak gibi sanal bir olgu dahi iki kişi veya iki grup arasında çok önemli bir çatışma sebebi olabilmektedir.

Bugün yaygın olarak kullanılan düşünsel çatışma yaratma metotları arasında çeşitli ideolojiler de yer almıştır. İnsanoğlu kendisi gibi düşünmeyeni kendisi gibi düşünmeye ikna edebilmek için fikir tartışması yapmaktan genellikle kaçınır. Çünkü fikir çatışması ancak kendi konularına hakim ve karşıt fikirler hakkında da yeterli bilgi sahibi olan eğitim düzeyi yüksek kişiler arasında yapılabilir. Fikirler çok uzun ve dikkat isteyen bilgi edinme sürecinden, yani yeterli bir eğitim devresinden sonra sahiplenirler ve ancak bundan sonra karşıt fikirlerle mücadeleye girebilirler. Bir fikir sahibi kendi fikri kadar mücadele edeceği fikir hakkında da yeterli bilgi sahibi olmadıkça iki karşıt fikir arasında fikir tartışması yapmak imkansızdır.

Dünyada çok tehlikeli olan davranışlardan biri de yarım yamalak, yanlış ve kulaktan dolma fikirlerle fikir mücadelesine girmektir. Bu durumda bilgilerin değil, kaba kuvvetlerin çatışması doğaldır. Bilgisizlerin kendisi gibi düşünmeyenlere yapacağı ilk şey kaba kuvvetle korkutarak ve sindirerek karşı tarafa fikrini kabul ettirmeye çalışmaktır. Yani en kısa ve en kestirme yolu denemektir. Nitekim günümüzde değişik ideolojilerin birbirleri ile fikir plâtformunda değil, elde silah kaba kuvvetle savaş alanındaki mücadelelerine şahit olmaktayız.

Günümüzde ideoloji ayrılıkları çatışmalarda başrolü oynamaktadır. Dini inanç ve itikatlar; kişi ve gruplar arasındaki küçük çatışmalardan kıtalararası savaşlara kadar varan Haçlı Savaşları gibi büyük çatışmaların temel sebebidir.

Sonuç olarak; İnsanlar hep birbirleri ile savaşacaklar mı.? Barış, huzur dolu ve istikrarlı ortamlara insanlar kavuşamayacak mı.?

Sorunun gerçek cevabı şudur;  Evet insanoğlu bu yer kürede kaldıkça birbiri ile daima çatışacaktır, barış ise ulaşılmak istenen bir hedef olarak kalacaktır.

Aslında insanlık tarihi tamamen insanların, toplumların ve kültürlerin birbiri ile çatışmalarının tarihidir.  Tarihte hiç bir zaman hiç bir yerde devamlı sulh ve sükûn dönemi olmamıştır ve bundan sonra da olmayacaktır.  BARIŞ, daima güzel bir duygu olarak hayallerimizi süsleyecektir. BARIŞ ve SAVAŞ gerçeğini bilerek geleceğimizi buna göre plânlamalıyız.

Barış dolu günler özlemiyle..

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

 

TÜRK DİYE BİR IRK YOKMUŞ. YUH OLSUN SİZE..

Yüksek bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da, güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini yenilmez çalışkanlığını, fikrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Gazi Mustafa Kemal Atatürk

——————————————————————————————————————

HABER ŞÖYLE; “ Bayburt Üniversitesinde düzenlenen ‘Yeni Ortadoğu Ekseninde Mısır ve Suriye’ konulu konferansa konuşmacı olarak katılan AK Parti MKYK üyesi Prof.Dr. Yasin Aktay bir öğrencinin; “Sosyal devlet olmak için çoğunluğu oluşturan bir milletin milliyetçiliğinin ayaklar altına alınması sizce doğru mudur?” sorusunu yanıtlarken, şunları söyledi;

            “Bu ülkede sadece Türkler üzerinden giderseniz bunun masrafı ve maliyeti çok fazladır. Türkiye’yi bölünmenin eşiğine getirirsin. Türkiye’de yaşayan diğer insanları bu şekilde memnun edemezsiniz. Diğer insanları kendine karşı kışkırtmış olursun. Onun için vatandaşlık bağına dayalı yeni bir millet tanımı yapmak çok önemli. Millet mi diyorsun? Al sana millet! Sonuçta milletin ne olduğu, siyasilerin kararı ile içeriği doldurulan bir şeydir. Milletin içeriği, muhtevası, tanımı o siyasiler tarafından yapılmış sonuçta. Sana demişler ki, ‘Sen Türksün’. Ne demek Türklük? İşte Orta Asya’dan gelmişsin. Bir bakıyorsun, kaçımızın dedesi Orta Asya’dan gelmiş? Bir sor bakayım gerçekten. Var mı böyle bir şey? O milletin yavaş yavaş zaten etnografyası da işlenmeye başlanıyor. Gerçekten de böyle bir şey. Türk nedir mesela? İsmet Özel’in çok ilginç, çok güzel tahlilleri vardır. Türk dediğin bir sentezdir zaten. Türk diye bir ırk yok.”

—————————————————————————————————————-

            İşte bu sözler, AK Partinin 11 yıl sonra Türkiye’yi getirdiği yeri gösteriyor.

            Yasin Aktay, sıradan biri değil. Okumuş- yazmış. Sosyoloji Profesörü olmuş. Her akşam yandaş kanallarda dolaşıp akıl-fikir dağıtıyor. Gazetede köşe yazıyor. Üniversitede sosyoloji dersleri veriyor.

            Bu söze ne demek gerek bilemiyorum. Neresini, nasıl tenkid edelim?

           Acaba Türkiye dışından mı geldi de yurtdışında böyle bir fikri bozukluğa ulaştı diye araştırdım. Dışarıdan gelmemiş. 1966 Siirt doğumlu biri. ODTÜ gibi muhteşem bir üniversiteyi bitirmiş.

           Yani cahil biri değil, demekki bu sözler bilerek ve isteyerek söylenmiş.

Bu sözler;

–          Bugüne kadar Türklüğe yapılmış en büyük hakarettir.

–          Küfür niteliğindedir.

–          İşgâl altında bulunduğumuz günlerde dahi düşmanlarımız tarafından Türkleri yok sayan böyle bir ifade kullanılmamıştır.

–          Türkiyeyi bölerek Kürt kökenliler için ayrı bir devlet oluşturmaya çalışan PKK örgütünden dahi bu sözler duyulmamıştır.

Ve bu sözler; 11 yıllık iktidarlarında  Türkiyeden Türk kavramını silmek için plânlı proğramlı çalışmalarını artan bir ivme ile devam ettiren, Türkiyeyi 36 etnik parçada ifade eden  AK Parti zihniyetinin son noktayı koyduğu andır.

12.000 yıldır yeryüzünde Türkler vardır.

Dünya tarihi Türklerle başlamış ve Türkler tarafından yazılmıştır.

Yedi düvel bir araya gelmiş Türkü ve Türklüğü yeryüzünden silememiştir.

Yıkılan her Türk devletinin yerine daha güçlüsü daha çağdaşı kurulmuştur.

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” ve “Ne mutlu ve Türküm diyene” sözleriyle Türk’ü ve Türklüğü,  milletinin ve dünya insanlığının beynine yerleştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü gururla anıyorum. Ve Yasin Aktay gibi düşünenlere diyorum ki;

 Uyuttuğunuzu sandığınız Türkü uyandırmaya devam edin…

Devam edin ve sizin olmadığını iddia ettiğiniz asil Türk milletinin, ilk seçimlerde ülkemizi istila eden garip fikirli insan kalabalıklarından ülkeyi nasıl temizleyeceğini görün..

 Dr.Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net,

https://kumkale.wordpress.com