Archive | Ekim 2014

CUMHURİYET GÜCÜMÜZDÜR. GÜCÜMÜZÜ BİLELİM VE DİK DURALIM.

Türk Milletinin tabiat ve adetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir.(Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1924

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde verilen ölüm-kalım mücadelesi ile kurulan Türkiye Cumhuriyetinin temel vasfı “Tam Bağımsız” olmasıdır. Geçen asrın sömürgecilerine karşı verilen milli mücadele sonrasında yurdumuzu işgâl eden düşman askerleri ile birlikte ülkeyi her alanda teslim alan kapitülasyonların LOZAN Barış Antlaşması ile def edilmesi ile tam bağımsızlık kazanılmıştır.

Tamamen milli kuvvetlerle( Kuvvay-ı Milliye), milli hukuka ( Müdafa-i Hukuk) dayalı olarak tam bağımsızlık temeli üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti 91 yıl sonra kuruluş günlerindekine benzer sorunlarla karşı karşıya bulunmaktadır.

23 Nisan 1920’de 600 yıllık padişahlık gerçeğine rağmen TBMM’ne astığı “Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ibaresinin fiilen hayata geçirilmesine 29 Ekim 1923 ‘te cumhuriyetle kavuşan Türk milleti, 91 yıl sonra her alanda dışarıya bağımlı olmanın sancılarını yaşamaktadır.

Ekonomimiz IMF ve Dünya Bankasına, hukuk sistemimiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, iç politikamız AB uyum yasaları ile Avrupalılara, dış politikamız ABD’ne, dilimiz İngilizceye, kültürümüz küresel değerlere, ordumuz NATO’ya bağımlıdır. 100 milyar doları geçtiği için bayram yaptığımız ihracatımız dahi % 70’i ile ithal mallarına bağımlıdır.

Bugün cumhuriyetimize karşı savaş açan PKK terör örgütü; çözüm sürecine zarar gelmesin diyerek boş bırakılmış meydanda Kürdistan’ı inşa etme yolunda eld ettiği başarının sarhoşluğu içinde hızla kendi felaketine sürüklenmektedir.

2014’te Türkiye’nin milli güç unsurlarının ulaştığı seviye 1920’ler ile mukayese edilemeyecek kadar büyüktür. Bu muhteşem potansiyele rağmen siyasi alandaki tavizkar ve bağımlı tutum ve davranış bugün tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetini her alanda dışa bağımlı tipik bir sömürge görünümüne getirmiştir.

Cumhuriyetimizin 91 inci zafer yılında içinde bulunduğumuz kaos ve kargaşa ortamını Türk milleti olarak haketmiyoruz. Biz bugünkü mevcut milli gücümüzle sömürge olmayı, itilip kakılmayı, yönetilip yönlendirilmeyi asla kabul etmiyoruz. Atatürk’ün 15 yılda dünya devleti haline getirdiği ülkemizin beceriksiz yöneticiler elinde içine düşürüldüğü aciz durumu görünce O’nun Anıtkabirde kahrolduğunu hissedebiliyorum.

Birilerinin kolayca yıkabileceğini sandığı Cumhuriyetimiz; Anadolu’daki Türk milli varlığının ortaya koyduğu, geliştirdiği ve yücelttiği bir milli oluşumdur. Tarihi ömrünü tamamlamış büyük Cihan İmparatorluğu içinden yeni ve bağımsız bir milli devlet yaratma çabalarının neticesidir. Bu muhteşem oluşum, dünün sömürgeci, bugünün küresel güçleri tarafından hazmedilememektedir. Tüm olumsuz şartlarına rağmen Cumhuriyetimiz; sahip olduğu milli güç potansiyeli ve konumundan aldığı özelliklerle dünya çıkar çevrelerinin hâlâ göz diktiği stratejik bir varlıktır.

Cumhuriyetimizin 91 yılda ulaştığı gelişmişlik seviyesi kolay olmamıştır.
Topraklarımızda çıkarı olan devletler ile bunların içimizdeki gizli uzantılarına karşı verdiğimiz kıyasıya mücadele devam etmektedir. Bu topraklarda kaldığımız sürece bu amansız mücadelenin bitmeyeceği de bir gerçektir.

Cumhuriyet idaresi; halkımızın kendi hakkında karar vermesinin bütün siyasi araçlarını bünyesinde taşımaktadır. 23 Nisan 1920’de açılan TBMM ile başlayan “Milli Hâkimiyet fikri ve bu hâkimiyetin kayıtsız şartsız Türk milletinde olduğu” esası; cumhuriyetin yaratıcı unsuru ve itici gücüdür. 12.000 yıldır tarih sahnesinde yer alan Türk milletinin kendi idaresini kendi seçtikleri ile sağlayabilmesi ancak Cumhuriyet ile gerçekleştirilmiştir. Halk idaresinin bölünmezliği cumhuriyetin doğal bir sonucudur. Bu yönetim biçimi kendi içinde paralel vs. gibi oluşumları kabul etmez.

Türkiye Cumhuriyeti; tarihin çok çetin tecrübelerinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu çıkışta dökülen on binlerce şehidin kanı vardır. Gazilerimizin üstün gayreti, alın teri ve döktükleri kanın katkısı vardır. Cumhuriyetin ilanı ile tarihten silinmek istenen bir milletin yitirilmiş sanılan tüm öz yetenekleri, yeterince anlaşılamayan özellikleri belirgin bir şekilde yeniden dünyaya ispat edilmiştir.

Türk milleti için cumhuriyet sadece bir idare tarzı değildir. Bağımsız cumhuriyet ayni zamanda bir milli varlık ilkesi ve var oluş belgesidir..

Cumhuriyet; milletçe yükselme şuurunun temel taşıdır. Cumhuriyet; Tarihin Türk milletine kazandırdığı milli kültür kaynakları ile meydana gelen milli birlik ve beraberlik duygusunun tabii bir sonucudur. Aslında bu şuurlu yapıya sahip olunmasa idi, bugün özgürlükler ve bağımsızlıktan bahsetmek mümkün olmazdı.

Cumhuriyetimizin özelliği; Türk milletinin dünyanın en büyük kuvvetlerine karşı tamamen yalnız kaldığı anda; kendisini sömüren güçlerin yönettiği bir ortamda harekete geçerek kurduğu tamamen kendine özgü bir sistem olmasıdır. Bu özelliğinden dolayı kendisinden önceki ihtilâller ve siyasi hareketlerle kıyaslanarak açıklanamayacağı gibi her birinin ulaştığı sonuçlar açısından da değerlendirilemez.

Cumhuriyetimiz içeriden ve dışardan pek çok saldırı almasına rağmen 91 yıl boyunca nesilden nesile devredilen kuruluş temel ilkelerini aynen korumuştur. Bu ilkeler daima milletin güvenlik, mutluluk ve refah isteklerinin kefili olmuştur.

91 yılda Cumhuriyetin iç ve dış düşmanları ortadan kalkmamıştır. Bundan sonrada kalkmayacaktır. Ancak cumhuriyetimizin dayandığı milli güç unsurları ile Anadolu Türk toplumunun toprağına ve devletine bağlılığı dolayısıyla T.C’nin dünya üzerindeki yeri, üniter yapısı, önemi ve gücü hiç bir şekilde düşmanlarının fiil ve hareketleri ile değiştirilemeyecektir.

Cumhuriyete yönelik saldırıları etkisiz kılan Ordu-Millet karakterli Türklerin milli gücü; binlerce yıllık tarih tecrübesinden süzülerek gelen ve elde kalan tek varlıktır. Kurtuluş Savaşı verilerek kanla ve canla oluşturulan, “Tam bağımsızlık” ve “Millet egemenliği” ilkesi üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti Devleti; 3 Ekim 2005 tarihinde başlayan AB ile üyelik müzakereleri ile bu iki temel vasfını AB yönetimine devretmek üzere yola çıkmış, fakat yöneticilerinin kabul ettiği bu husus Türk Toplumuna kabul ettirilememiştir. Tam bağımsızlık ateşi milletin gönlünde yanmaya devam etmektedir.

29 Ekim 2014’de milletimizin önünde cumhuriyetin korunup-kollanması gibi hayati bir görev bulunmaktadır. Türk milleti Cumhuriyetin elinde kalan tek ve yıkılmaz güç olduğunu bilmeli dik durarak bu gücünü korumalıdır.

Günümüzde de milletimizin yolunu yine Gazi Mustafa Kemal Atatürk aydınlatacaktır. Ata’nın aydınlatma emirleri özetle “Gençliğe Hitabe’de” mevcuttur. Milletçe bu hitabeyi yeniden okumak ve gereğini yapmak durumundayız.

Aziz milletimin Cumhuriyet Bayramını kutluyorum..

Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net
https://kumkale.wordpress.com

FAZIL SAY’IN SÖZLERİNE KULAK VERELİM

Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1923)

————————-

Fazıl Say, son asırda Türkiye Cumhuriyetinin yetiştirdiği, ünü dünyayı kaplamış ender sanatçılarımızdan biridir. Sanatçı kişiliğini tüm dünya kabul etmiştir. Eserlerinin tamamı yerlidir. Türk kültürü ve Türkiye motiflidir. Fazıl Say’ın eserleri dinleyen her Türk vatandaşını iliklerine kadar titretir, ürpertir, Türklüğünü hissettirir ve gururlandırır.

Yurt dışında verdiği konserler o ülkede ve o şehirde yılın sanat olayı niteliğini taşır. Bu sanatçımız; Türkü, Türklüğü ve Türkiyeyi yurt dışında en üst düzeyde temsil eden bir kültür elçimizdir.

Devlet ve milletçe başımızın üstünde tutmamız gereken Fazıl Say’dan ne yazık ki kendi vatanında hak ettiği, ilgi ve sevgi esirgenmektedir.

Sanatçılar ülkelerin nadide çiçekleridir. Çok zor ve ender yetişirler. Onlara sahip çıkmak bir vatan borcudur..

Gelin şimdi uluslararası gurur kaynağımız Fazıl Say’ın sözlerine kulak verelim. Ve yaratılan bu anlamsız çekişme ortamının biran önce kalkmasını dileyelim.

———————-
Sayın Başbakan, Sayın Kültürü bakanı ve tüm yetkililer,

Size bu mektubu Pekin’den yazıyorum , bu akşam Çin’de konserim var. Programda kendi eserlerim var.

Ben Japonya’da turnedeyken 3 eserimin Ankara’da programdan çıkarılmış, olay Türkiye’de ve dünyada tepki ile karşılanmış.

Hoş bir durum değil.

Size söylemek istediklerim var. Umarım okursunuz ve bir insanı anlamaya çalışırsınız…

Ne zaman gerçekten “güçlü” olunur biliyor musunuz? Hem doğuyu, hem batıyı , hem de ikisinin sentezini en iyi şekilde var ettiğinizde.

Ankara’da çalınması yasaklanan “İstanbul Senfonisi” eseri işte bu yüzden dünyanın her yerinde çalındı. Daha geçen hafta Tokyo Senfoni Orkestrası çaldı.

İstanbul Senfonisi, 80 kişilik batı orkestrasının en önünde Ney, Kanun, Bendır ve Kudüm ile çalınan bir eserdir. İstanbul’u müzik ile anlatır. Eserin sözleri yoktur. 2010’daki ilk seslendirilişinden sonra dünya üzeri 50’den fazla Orkestra bu eseri repertuarına aldı.

Hemen hemen tüm Türk orkestraları da çalmıştır.

Bu eser ile ben 2013 ECHO ödülünü kazandım, klasik müzikteki en mühim ödüllerden biridir.

Daha da önümüzdeki tarihte nice çalınışları olacak.

Bununla gurur duyabil. Korkma bundan, bu eser sadece bir müzik eseri.

Gel bu bütün dünyada şaşkınlık ve öfke yaratan “yasakçı” tutumunu değiştirebil. Yıkıcı olma. Gel bu eseri Ankaralılar da dinleyebilsin . Bırak kim neyi seviyorsa sevsin. Destek ol buna.

Fazıl Say’ın 56 eseri var. 3 tanesi Ankara’da çalınamadı diye hiç bir şey değişmiyor Fazıl Say için. Dünya bu “yasakçı” tutumu ayıplıyor sadece. Türkiye’de de kimse daha iyi hissetmiyor bir müzisyene boykot uygulaması getirildiğinde. Sen de iyi hissetmiyorsun. Gel bunu değiştirebil. Kaybeden sadece bu kararı veren oluyor.

Korkma el uzatabilmekten.

Hatta “bu eseri Orkestramız olmayan şehirlerimize de götürelim” diyebil. Uzat elini. Merak etme değeri bilinir.

Katar’da bile dünyanın en pahalı Opera prodüksiyonları yapılıyor…

Farklı yaşam tarzları korku ve tehdit altında kalırsa, bu çok sağlıksız bir toplum dokusu yaratır. Ne ezen mutlu olur ne de ezilen.

Bırak Türkiye sanatta da dünya ile yarışsın.

Gel Operaları, Tiyatroları, Orkestraları kapatma, bırak izleyen izlesin, seven sevsin, halk karar versin neyin iyi olduğuna.

Hatta, daha iyi olması için bütçelerini bile arttır, dünya yarışında var olsunlar, bırak ne yapıyorlarsa yapsınlar. 21. Yüzyıldayız, özgür bir dünyadayız, pozitif kılabil dünyayı,”Türkiye’de iyi sanat yapılıyor” dedirt tüm dünyaya.

Korkma sanattan sanatçılardan. Karşındaki “askeri güç” filan değil, karşındaki müzisyen, tiyatrocu, dansçı… İnsan… Sade vatandaş…

BİR TÜRLÜ ANLAŞAMADIK

Yıllardır karşı karşıya geldik. Bu hükümet ile bir türlü anlaşamadık Başka sansürler, konser iptalleri, hep bizi karşı karşıya getirdi. Hep tuhaf karşılandı. Kimse mutlu olmadı.

Gel Antalya’da dünya çapında bir müzik festivali yaratmış bu ekibi işine geri koy, o festivali biz yarattık, emeğimizle, düşüncemizle, yaratıcılığımızla, hakkımızdır.

Hatta bu başarılı ekibe başka imkanlar bile tanı, “gelin diğer başka şehirlerimizde de yeni festivaller yaratalım” diyebil. “Gelin beraber büyüyelim” diyebil. Korkma bundan

Fazıl Say’ın dünya üzeri her yıl 100-130 konseri var. İstersen incele.

“Kimdir bu?” diye bir kere olsun bak anlamaya çalış. Bir Türk vatandaşı. Tüm eserlerinin konusu Türkiye olan bir sanatçı.

Her yıl 30’dan fazla ülkede 100-130 konseri var.

Bak, 3-4 konserimi iptal edince ne benim için bir şey değişiyor ne de başkası için.

Sadece şaşkınlık ve küçümseme ile karşılanıyor bu tutum.

İstediğin bu mu? bu ülke on yıllarca bu yanlışlar yüzünden kaybetmedi mi?

Türkiye’nin dünya üzeri tanınan bir kaç sanatçısı var. Ve bu noktaya şans eseri gelinmiyor, yarışmalar kazanılıyor, ödüller kazanılıyor, dünya üzeri yüzlerce şehirde binlerce konser vererek on yıllar süren bir emeğin karşılığında bir yere varılıyor ve hiç kolay değil o noktaya varmak.

Lütfen bir kere olsun anlamaya çalışın.

Saygılar

Fazıl Say

TÜRK ASKERİ TERÖRİSTLERİ EĞİTMEZ. EĞİTEMEZ..

Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (Nutuk-1927)

————————————
Türkiye, direksiyonunda şoförü olmayan freni patlamış kamyon misali hızla etrafına çarpa çarpa yokuş aşağı gidiyor. 76 milyon yolcunun basireti bağlanmış sadece seyrediyor.

Gazi’nin yukarıdaki sözü felaket gelmeden önce önleyici çarelerin alınmasını öngörüyor. Ama felaket gelip çatmasına rağmen hiç kimse kendisini tedbir almak için yetkili ve sorumlu görmüyor.. Tedbir aldığını sanan ve ortalıkta yetkili olarak gezenlerin ise ülkenin başındaki tehlikelerden bihaber olduğu görülüyor..

Türk milleti benzeri günleri tam 100 yıl önce İttihat ve Terakki yönetiminde yaşamıştır. Vatanseverliklerinden hiç kimsenin zerre kadar kuşkusu olmayan Enver Paşa ve arkadaşları aldıkları yanlış kararlarla millete çok büyük acılar yaşatmışlar ve 600 yıllık koca Cihan İmparatorluğunu 10 yıl içinde bitirerek tarihten silmişlerdir.

Bugün de tarih tekerrür etmektedir. Eğer ders alınabilseydi tarih asla tekerrür etmezdi. Tarih biliminin ülkelerin yönetim kademesi için temel işlevi şudur; yöneticiler geçmişten dersler çıkartarak bugün için en uygun kararları alacaklardır. Türkiye’nin günümüz yöneticilerinin tarihten ve tarihçilerden hoşlanmadığı geçmiş icraatlarından kolayca anlaşılmaktadır.

Konumuz çok önemli.. Basından haberi aynen alıyorum;

“ ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf; Türkiye, Suriyeli ılımlı muhaliflere eğitim ve ekipman desteği vermeyi kabul etti. Bu kapsamda ABD Savunma Bakanlığı’ndan planlama ekibi, askeri kanallar yoluyla planlamalar yapmak için gelecek hafta Ankara’ya gidecek dedi.

Harf; ABD Başkanı’nın IŞİD’e karşı küresel koalisyon için özel temsilcisi emekli General John Allen ile yardımcısı ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Brett McGurk’ün Ankara’daki temasları hakkında bilgi verdi. Türkiye’de bulunan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile temasta bulunduklarını, Allen ve McGurk’ün, ayrıca, Ankara’dan ayrılmadan önce Suriyeli muhaliflerle de buluştuğunu dile getirdi.

Türkiye’nin, özellikle de askeri alanlar olmak üzere daha fazla katkıda bulunabileceği alanları konuştuk. General Allen ve Büyükelçi McGurk’ün iki gün süren toplantılarının sonucu olarak, Türkiye Suriyeli ılımlı muhaliflere eğitim ve ekipman desteği vermeyi kabul etti. Bu kapsamda ABD Savunma Bakanlığı’ndan planlama ekibi, askeri kanallar yoluyla planlamalar yapmak için gelecek hafta Ankara’ya gidecek”.

İkili görüşmelere, yani Türkiye’ye baskıya devam ettiklerini belirten Marier Harf özetle; Türk askerini Amerikan Jonilerinin yerine ateşe sürmek ve Türkiye’yi Ortadoğu bataklığına gömmek için ellerinden geleni yaptıklarını anlattı.

Buradaki en önemli ve hassas nokta; Türk askerinin Suriyedeki Esad rejimini devirmek için Asimetrik Savaş yürüten teröristleri (profesyonel katil sürülerini) Türkiye’de eğiteceği, silah ve teçhizat sağlayacağı hususunda mutabakat yapılmasıdır.

Sanırım ABD yöneticileri tarafından bu davranış ile petrol bölgesindeki küresel çıkarlarını tehdit edebilecek uniter ve güçlü bir yapı kalmayacağı düşünülmektedir.

ABD sözcüsü bu söylemleri ile Türkiye’de bir terör ordusu kurulacağını, bu ordunun eğitilip teçhiz edildikten sonra Türkiye topraklarından komşusu Suriye istikametinde kullanılacağını ve Esad yönetiminin devrileceğini öngörmektedir. Yani, Suriye’nin de aynen Tunus, Libya, Irak, Mısır vs. gibi sürekli kaos ve kargaşanın hakim olacağı bir zemin kendi elimizle yaratılacaktır.

Aslında bir süredir Türkiye’nin Suriye’deki teröristlere dolaylı olarak yardım ettiği hususu dünya medyasında sıkça dile getirtiyordu. Bununla bu söylemlere de resmiyet kazandırılmış olmaktadır.

Gelelim işin esasına;
Türk Silahlı Kuvvetleri Cumhuriyetin kurucu unsurudur.

TSK, Türk milletinin öz evlatlarından teşekkül eden milli bir ordudur. Benzeri yoktur.
En zayıf olduğu zannedildiği anlarda muhteşem zaferler kazanmasını bilmiştir.

12.000 yıllı bilgi birikimi bu ordunun genlerinde yaşamaktadır. Şartlar elverdiği takdirde ordumuz gerçek gücünü dost ve düşmanlarına göstermeye hazırdır.

Türk vatanını ve cumhuriyeti koruma-kollama görevi olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörist eğitme, teröristi teçhiz etme ve onu dost ve komşu ülkelere karşı yönetme gibi bir özel bir görevi yoktur.

ABD yetkilileri Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinden kimlerle görüştü ve kimlerle anlaştı bilemiyorum. Yalnız 36 yıl fiilen hizmet ettiğim Türk ordusunun eski bir mensubu olarak iyi biliyorum ki, başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere böyle bir kararı alabilecek mevki, makam ve kişi Türk ordusunda yoktur. Olamaz. En azından ben tecrübeme dayanarak buna inanmadığımı beyan ediyorum.

Böyle tarihi bir hatayı Atatürk ilkeleri ile yetişmiş cumhuriyet subayları yapamaz. Çünkü günümüz Türk subayları, Osmanlı Devletini parçalayan Enver Paşa ve ekibini değil, Cumhuriyeti kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını örnek almışlardır.

Sonuç olarak;

Türkiye’nin bu coğrafyada komşuları ile savaş değil, mutlak bir barış içinde olması ve komşularının toprak bütünlüğüne yönelik taarruzi hareketlere girmemesi gerekmektedir. Atatürk’ün “Yurtta Sulh ,Cihanda Sulh” düsturu içinde başarıyla gerçekleştirdiği BALKAN ve BAĞDAT Paktları uygulamasını unutmayalım
.
ABD sözcüsünün yukarıdaki ifadelerinin doğru olmadığını düşünüyorum. Siyasi ve askeri makamlardan bu haberin en üst düzeyde yalanlanmasını bekliyorum.

Eğer bu haber doğru ise ve uygulanacak ise Allah bu millete acısın.
İşimiz çok zor. Neden zor olduğunu bilahare irdeleyeceğim..

http://www.kumkale.net
http://kumkale.wordpresss.com

TÜRK ASKERİNİN ORTADOĞUDAKİ KÜRESEL PETROL SAVAŞLARINDA YERİ YOKTUR. BU OYUNA DUR DİYELİM.

Harp zaruri ve hayati olmalı. Gerçek kanaatim şudur; Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. ”Öldüreceğiz” diyenlere karşı “Ölmiyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lakin, millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1923)

IŞİD, PKK, KOBANİ, PYD, HİZBULLAH kavramları Türkiye gündeminin zirvesinde yer alıyor. Bugün sınırlarımız dışında, oluşmasında Türkiye’nin de büyük günahı olduğu iddia edilen müthiş bir sıcak savaş yaşanıyor. Yıkılması için gün sayılırken, arkasına Rusya-Çin-İran gibi güçlerin desteğini alan Beşar Esad Suriye’de iktidarını sağlamlaştırıyor. Irak ve Suriyeyi parçalamak için batının destek vererek yaşattığı terör örgütleri içinde en güçlüsü olan IŞİD Suriye ve Irak topraklarının büyük bir kısmında hakimiyetini kuruyor..

Ülkemizde 2.5 milyon Suriyeli mülteci başıboş dolaşıyor. Elek haline gelen sınırımızdan geçen mülteciler ülkenin her yanını güvensiz hale getirirken kendine dahi yetmeyen Türk ekonomisini felç ediyor.

TBMM, Türk askerinin yurt dışında kullanılmasına ve yabancı orduların Türk topraklarında konuşlanmasına imkan sağlayan Tezkereyi TBMM’den AKP+MHP oylarıyla çıkarıyor. Suruç’un güneyinde Suriyeli Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Kobani kasabasında IŞİD ve PYD örgütleri kıyasıya savaşıyor. Bölgeden kaçan 300.000 Suriyeli Kürt Türkiye’ye sığınıyor. ABD ve müttefikleri IŞİD’a karşı hareket ediyoruz bahanesi ile tüm bölgede havadan kurduğu hakimiyetini sürdürüyor.

İşte hal böyle iken son iki gündür terör örgütü yandaşları; tüm Türkiyede devletin tüzel kişiliğine, bayrağına, Atatürk heykellerine, okullarına, belediye binalarına, devletin araçlarına, bankalarına saldırıyor, yakıyor ve yıkıyorlar. Alışveriş merkezlerinde yağma olayları başlıyor. Devletle savaşan PKK yandaşları bu yıkımın sebebi olarak Türk askerinin IŞİD’e karşı savaşmamasını gösteriyorlar.

Şimdiden pek çok şehir ve kasabada Olağanüstü Hal ilan ediliyor. Okullar, bankalar ve devlet daireleri kapatılıyor. Bir bakıma şu anda Doğu ve Güneydoğu Anadolu şehir ve kasabalarında fiilen savaş hali yaşanıyor.

Bugün Türkiye Asimetrik Savaşın tüm özellikleri ile etkisi altına girmiş durumdadır. Artık hiç kimse önünü göremiyor. Yetkili ve etkili devlet erkanı ise vatandaşlarını bilgilendirip aydınlatacak yerde anlamsız mesajlarla kafaları bulandırıyorlar. Karamsarlık bulutları tüm yurdu kaplıyor.

Ergenekon, Casusluk ve Balyoz operasyonları ile komuta kademesi darmadağın edilen, İstihbarat ve bilgi edinme kaynakları kanunla elinden alınan Türk askeri çözüm süreci adı altında hapsedildiği kışlalarında çevresinde neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Geçmişte terörle mücadelede başarılı olan tüm birlik komutanlarının önceden oluşturulmuş gizli tanık ifadeleriyle birer birer tutuklanıp hapsedilmelerinin yarattığı moral yıkımının etkileri tüm subaylarının beyinlerinde canlılığını koruyor.

Özetle, yandaş medyanın tüm örtme çabalarına rağmen Türk halkı ülkenin sürüklendiği batağı görüyor geleceğine güvenle bakanların sayısı azalıyor.

İşte tüm bu belirsizlik ortamında dolar değer kazanırken ve İstanbul Borsası kan kaybederken Türk ekonomisinin patronu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ekonomi bakanları ile birlikte yaptığı basın toplantısında “Türk ekonomisinin plan hedeflerine ulaşamayacağı anlaşıldığından ekonomik makro değerlerin tamamını değiştirdiklerini ve her alanda devleti küçülteceklerini” ifade ediyor..

Evet gidişat hiçde iyi değildir. 13 yıldır tek parti iktidarındaki Türkiye birbiri, ardından yapılan büyük yanlışlarla bugün tükenmiş ve iflasın eşiğine gelmiştir. Bu şartlarda sınırlarımız dışına asker gönderilmesi, yani Ortadoğudaki sonu gelmeyen sıcak mezhep çatışmalarına dahil olunması taammüden cinayettir. Bu tip davranış Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk milletinin sonu demektir.

100 yıl önce Osmanlı Devletini parçalayarak Ortadoğuda sanal devletçikler kuran küresel emperyalist güçler bugünkü durumu bilerek ve isteyerek o günlerde plânlamışlardır. Bu yıkım plânının içinde Türkiye yoktur.

Topraklarında bağımsız ve dik duran birlik ve beraberlik içinde 76 milyonluk Türkiye’nin varlığı bu bölgede istikrarın temini için kafidir. IŞİD, PYD ve diğer terör örgütleri Irak ve Suriye’nin içi işidir. Bizi ilgilendirmez. Bizim öncelikli işimiz; ülke içindeki ayrılıkçı PKK terörü ile mücadele ederek toprak bütünlüğümüzü sağlamak olmalıdır. Türkiyenin topraklarının korunması için yabancı askerlere gerek yoktur. 24 saatte 10 milyon askeri silah altına alabilme potansiyeli bulunan Türkiyede hangi yabancı askerlerin bulunması için izin alındığı ise tam bir muammadır. Başta İstanbul Ayazağa’daki  NATO Kolordusu olmak üzere Türkiye’de 25 ayrı NATO ülkesinin askeri konuşlanmıştır. Nitekim ne yapılmak istendiği konusunda aydın kişilerin kafa karışıklığı televizyon proğramlarında açıkça görülmekte, halk bu kişileri hayretle ve şaşkınlıkla izlemektedir. Nereye sürükleniyoruz ? sorusu sade vatandaşların kafasında dolaşmaya başlamıştır.

Ömrü savaş meydanlarında geçen ve kurtuluş savaşını kazanarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk; “Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça harp bir cinayettir” sözleriyle savaş ile ilgili karar alıcılara gereken emri net bir dille vermiştir. Atatürk, bu sözleri bugün hızla sürüklendiğimiz Suriye ile savaş gibi durumları çok önceden görerek söylemiştir. Gazi, burada “harp” sözcüğü ile iki tarafın orduları dahil topyekün bütün unsurlarıyla her alanda yaptıkları sıcak çatışmayı tanımlamaktadır. Mahalli çatışmaları kendi milli çıkarları için yönlendiren küresel güçler dışında birbiri ile savaşan devletler bu tip savaşlar sonunda galip gelseler dahi maddi ve manevi çok büyük kayba uğrarlar. Çünkü bu savaşların tek galibi ülkeleri savaşa sürükleyen küresel güç odaklarıdır.

Onlar hep kazanırken sudan sebeplerle çatıştırılan ülkelerin kayıplarının telafisi kolay olmaz. Savaşan milletlerin refah ve gelişmişlik seviyelerinin savaş öncesi durumlara ulaşması ise uzun zamana ve büyük maddi desteğe ihtiyaç gösterir. Doğal olarak bu seviyeye ulaştırılmaları da yine onları çatışmaya sokan güçlerin maddi katkıları ile olacaktır. Yani onlar bu şekilde hem çatışan ülkelerin yönetimleri üzerindeki denetimlerini pekiştirecekler hemde maddi kazançlarını katlıyacaklardır. Ve bu vahşi düzen yüz yıldır değişmeden devam etmektedir.

Savaşın sıkıntısını ve getireceği yıkım felaketini sadece bizi savaşa sokanlar değil tüm milletimiz çekecektir. Bu yüzden savaş kararını alacak yönetimler önce savaşı bizzat yapacak halkın duygu ve düşüncelerini test etmek zorundadırlar. TBMM’de vekillerin aldığı savaş kararından çok sokaktaki halkın bu savaşa vereceği destek önemlidir. Çünkü burada canını ve malını kaybedecek kesim halkın bizzat kendisidir. Halkınız istemiyorsa, siz başlatsanız bile bu savaşı başarıyla sonlandıramazsınız. Çünkü inanmadığı değerler uğruna insanlarınızın hayatını tehlikeye atamazsınız.

Küresel odaklar, Suriye ve Türkiye’yi savaştırarak ülkemizi BOP haritasında gösterildiği şekilde bölmeyi hedefliyorlar. Aslında burada karşımızdaki düşman sadece IŞİD ve Suriye değildir. Suriye ile birlikte karşımızda Rusya-İran-Çin ittifakı bulunmaktadır. Türk ordusu IŞİD bahanesi ile Suriye’ye saldırırken Rusya ve İrandan petrol ile doğalgaz sevkiyatının kesilmesi dahi bizim savaşı başlamadan kaybetmemiz gibi bir sonucu doğuracaktır. Burada istenen Türkiye’nin zayıf, güçsüz ve birilerinin desteğine muhtaç halde bulundurulmasıdır. Küresel güçlerin emperyalist hedeflerine katkıda bulunacağım diyerek bu acı faturayı Türk halkına ödetmeğe kimsenin hakkı yoktur.

Şu anda girişilecek bir sıcak savaş asla zaruri ve hayati değildir(Atatürk’ün deyimi ile). Şu anda ülkemiz 1918 işgal yıllarının benzerini yaşamaktadır. Ata’nın gençliğe hitabesinde belirttiği şartlar yeniden teşekkül etmiştir. Fakat ortaya çıkan bu tehlikeyi halka duyuracak basın susmuş ve sinmiştir.

Sanal gündemlerle kafası karıştırılmış Türk milleti adeta algılama yeteneğini yitirmiştir. Oysa bütün olumsuz şartlara rağmen Türk toplumunu yıkıma götürecek bir sıcak savaşa dur demek görevi tek tek bu necip milletin fertlerine düşmektedir.
Türk insanı Suriye ile savaş istemediğini her yerde ve her platformda haykırmalı ve olayların kontrolünü kaybetmiş yöneticilerini uyarmalıdır.

Emperyalist saldırıları ancak Türk milletinin hür iradesi ve vicdanından gelen vatan ve millet aşkıyla göstereceği dik duruşlar önleyebilir. Bu maksatla halkımız birilerinin kendisine önder olmasını beklememelidir. Yani peşine takılacak adam aramamalıdır. Herkes kendi iş ve sosyal çevresinde etrafında olan kendisi gibi düşünenlerle bir araya gelip savaşa doğru bu korkunç gidişe dur demelidir..

İnanıyorum ki Türk milleti tarihten gelen sağduyusu bütün savaş oyunlarını bozacaktır. Atatürk’ün söylemi ile “Muhtaç olduğu kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.”

Dr. Tahir Tamer Kumkale
http://www.kumkale.net
https://kumkale.wordpress.com

NE OLACAK BU MİLLİ EĞİTİMİN HALİ ?

Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfan’ın müsbet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit Türk milleti yükselecektir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1933)

——————————

Eğitim ve öğretim faaliyeti çağımızın ve bilgi toplumunun ihtiyacına göre değişen ve gelişen bir seri sistemlerin bütünüdür. Sürekli araştırma ve geliştirme ister. Aydınlarımızın üzerinde kafa yorup, sorunların çözümüne katkıda bulunmaları gereken en önemli milli davamızdır.

Bugün bizi biz yapan ve bizim hâlâ Türk kalmamızı sağlayan milli kültür değerlerimiz çok ciddi küresel saldırı altındadır. Binlerce yıldan günümüze taşıdığımız, ve bize Türk kimliğini veren kültür değerlerimizi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğumuzu bilmek ve buna karşı milletçe direnmek zorundayız.

Bu direnmeyi gerçekleştirecek gücü ancak çok iyi bir milli eğitim sistemi ile elde edebiliriz. Bu gücün lokomotifi ise vefakâr ve fedakâr Türk öğretmenleridir.

Kültürün muhafazası tamamen eğitim ve öğretim meselesidir. Eğer Türk milli değerleriyle yetişmiş, milli şuura erişmiş, konusuna hakim, bilgili ve bilinçli öğretim kadrolarına sahip değilseniz küresel saldırılar karşısında Türk toplumunun korunması asla mümkün değildir. Cumhuriyet öğretmenlerine Türk milli varlığının muhafazası ve devletin bek’asının sağlanmasında önemli görevler düşmektedir.

Mücadele etmeleri gereken konular çok ağırdır. Bu mücadele; bilgi, tecrübe, azim ve irade gerektirir. Sarsılmaz bir iman ve kendine güvene ihtiyaçları vardır.
Öğretmenlerimiz kutsal eğitim görevini yerine getirirken karşılaşacakları sorunlar ile bunların Türkün aklı ve kabiliyetine göre çözüm metotlarını Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bütük Nutuk” isimli eserinde bulacaklardır..

Günümüzde Türk Milli Eğitiminin içinde düşürüldüğü çıkmaz durum ülkemizin ve insanlarımızın geleceğine ilişkin kaygılarımızı arttırmaktadır. Bir ömrü eğitim ve öğretim camiası içinde hizmet ile geçiren tecrübeli eğitimci Mehmet Halil Arık Beyin kaleme aldığı “ÖĞRETMENİNDEN Milli Eğitim Bakanı NABİ AVCI’YA YENİ MEKTUP (1. BÖLÜM)” başlıklı yazıya internet kanalı ile ulaştım.

Değerli öğretmenimiz Sayın Mehmet Halil Arık Bey’in aşağıya tamamını aldığım yazısı tarihi bir ders niteliğindedir. Her kelimesi ve her satırına katılıyorum. Yarın bugünleri yazacak olan tarihçilerin eline verilecek en önemli belge olarak görüyor ve BİLDİRİ-YORUM okurları ile aynen paylaşarak vicdani görevimi yerine getiriyorum.
Yazı yorum gerektirmeyecek kadar açık ve anlaşılır bir dille kaleme alınmıştır.

Umuyorum ki yetkili ve etkili zevattan da okuyan ve ders çıkaran olur.
——————————————————————–

ÖĞRETMENİNDEN Milli Eğitim Bakanı NABİ AVCI’YA YENİ MEKTUP (1. BÖLÜM)

Sayın Nabi Avcı…

Sevgili Nabi…

Nabi…

Hitaba uygun sözcüğün hangisi olacağı konusunda kendimle ihtilafa düştüğümü İtiraf edeyim.

Sayın’la girmek istedim söze…vazgeçtim. Sözcüğün, saygınlık bağlamında, bunca olanlardan sonra, anlam ve önemini yitirmişliği geldi aklıma… ondan vazgeçtim.

“Öğretmen-öğrenci ilişkisinin büyüsünü bozmasın” kaygısıyla, sevgili Nabi; diye başlamak geldi içimden… Vazgeçtim. Zira, olanlar karşısında, sevgi ile yadedilecek geçmişin sade, duru ve samimi anılarından başka bir şey kalmamışlığına da kahredip bu sözcükle hitap etmeyi de düşüremedim üzerime… Öfkenin değilse bile, hayal kırıklığının yumuşatılmış ifadesinin arkasına saklanıyor olmak-gibi geldi… ondan vazgeçtim.

Nabi… diyerek, söze girmek en iyisi gibi geldi bana.

Sen bunu, 40 yıl öncesine giderek, öğretmeninin sınıfta sana doğrudan hitabıymış gibi algıla… Gelebilecek farklı kaba-saba yorumlara takılma… Dinle onu.

O sizleri hiç dinlemezlik etmedi… Sizler üzerinde hiçbir emrivaki (dayatma) uygulamadı. Uygulamak isteyenlere de, hep karşı durdu. Ona yanlış yapmadınız. Sizler saydınız, o sevdi!… Sizlere öğretirken, sizlerden çok daha fazlasını öğrendi. O günlerin ortak idealizminin bu günlere uzanan tazeliğidir ona bunları söyleten.

Geçen 40 yılların izini alnında görebilirsiniz de, yüreğinde asla göremezsiniz. O yıllarda da, Dünya’yı kimyadan önce görürdü. Sizlerdiniz dünyanın merkezi!… İnsan merkezli eğitimin gereği için o gencecik beyinleri idealize etmekti hedef. Yarınlara hazırlığın temeli olsun isteniyordu, o günlerin öğretileri, hilesiz, yalansız, dayatmasız.

Okuyanların, düşündüklerini aklın sentezi içinde en iyi ortaya koyanların başında gelirdin!…Dayatmalara, kalıplaşmış uygulamalara “fikri hür vicdanı hür” birey olmak adına karşı duruşlarını, öğretmenin unutmadı. Ama ne yazık ki sen, o günlerini unutmuş görünmektesin!..

Dönüp soruyor kendisine şimdi, o senin öğretmenin: Birileri adına, yanlışlıkların taşeronluğuna soyunmuş makam sahibi Nabi; O’mu!?…

*Milli Eğitim Komisyonu Başkanı iken, hani 4+4+4 gaflet yasasının 21 maddesini 25 dakikada, komisyondan geçirip tutanağa bağlanmasını sağlamıştınız ya!. O da size “takılı kaldı yüreğim geçmişe” deyip, sitem dolu bir mektup yazmıştı.

*”Üzüldüm” demişti; Demokrasi, vicdana inmedikçe, soksan duracak cinsten değilmiş!” demişti. 21 maddeyi, 25 dakikalık demokrasi vicdanına sığdıramamıştı.

*Utandım; öğrenen öğrenemediyse, öğreten öğretememiştir, ilkesine takılıp utandım. Demişti. Demokrasinin ayıbı saymıştı o gün olanları.

*Kahroldum; zira; “bu sistemle; adam değil; ancak, biat ve sadakat erbabı kula kulluk etmeye hazır ümmet yetiştirilir” diyerek, kahroluş gerekçesini koymuştu ortaya.

O günden bu güne katlandı üzüntü, büyüdü kahır!..

Aceleye getirilişinden, içeriğinin tartışmalara fırsat verilmeyişinden belliydi o yasanın peşinden bu günlere kurulacak köprüler.. Sen de, o köprünün Dumrul’u olma görevini o günün çarşambasında, gelecek perşembenin hatırına yüklenmiştin.

18 Milyona varan bir nüfusa eğitim adına doğrudan hükmeden sıfatın sahibi olarak; birkaç sorum olacak. Soru sahibini öğretmenin olarak değil de, demokrasinin kendisine tanıdığı vatandaşlık hakkını kullanmak isteyen sıradan bir vatandaş olarak algıla lütfen:

Görevde bulunduğun dönem içinde, seni unutturmayacak çok şeyler oldu da, iyilikle yad edilmene vesile olacak, aydınlığa çağdaşlığa dair, eğitim adına birşeyler oldu mu!?

Müfredat programları mı daha çağdaş hale getirildi örneğin !?
Öğretmenlik mesleği daha saygın hale mi getirildi!? Sürgünler mi bitti!? Kayırmalar ve kadrolaşmalar mı sona erdi!?, Sadakatın yerini liyakat mı aldı!? Eğitimde fırsat eşitliği özlemine çareler mi bulundu?

Fizik, kimya, matematik branşlarında bilgi düzeyleri yükseldi de Uganda’nın, Angola’nın, Afganistan’ın önüne mi geçtik!… Felsefe dersleri öğretim programlarında, dünya ölçülerinde yer alır mı oldu!?.

Okullaşma oranı mı arttı!?, Kapatılan köy okulları yeniden mi açıldı!? Taşımalı eğitim ucubesiyle, tamamen öğretmensiz bırakılan köyler, köy imamlarına teslim edilmekten mi kurtarıldı!?

Şaibesiz, dertsiz tasasız sınavlar mı yapılır oldu!?… Say say biter mi!?..
Dünün; yarası kangren, karmaşası kaos oldu!…

Bir empati yap hadi!… Şu an Milli Eğitim’inin içinde bulunduğu kaosun onda birini öğrenciliğinde sana dayatsalardı ne yapardın!?…

İşte sana anahtar. Çözüme buradan başla işte!..

Bu gün, karar verme konumundan çok; biat adına dayatmaları uygulatma konumunda taşeron rolünde oluşun üzüyor ve kahrediyor senin öğretmenini.

Sınıfın gönüllü sözcülüğüne soyunan 44 yıl önceki o Nabi Avcı’yı görmek istiyor hala o. O gün, olumsuzluklara karşı, sınıfın hakkını savunan Nabi’nin, bu gün de 76 milyonun yanında, dayatmalara karşı durmasını bekliyor o senin öğretmenin!…

Mantığıyla, okuyarak kazandığı edinimlerle, toplum yararına olmayan gidiş ve girişimlere, akıl dışı davranışlara, haksız uygulamalara, bilimde, pedagojide, sosyolojide, psikolojide yeri olmayan eğitim adı altındaki karanlık dayatmalara cesaretle karşı duracak Nabi Avcı’yı özlüyor o senin öğretmenin. Bulamadıkça da kahroluyor… o senin öğretmenin!.

Dönüp yine soruyor… Nabi bu mu? Her adımıyla, çözüm yerine, milli eğitimde yeni kaoslara sebep olan, bilim adamı Nabi!!…?…

Şunu çok açık dille ifade etmek isterim. Eğitim bir süreç. Canlı.. Değişim ve gelişim içinde bir organizma yani. Bu nedenle günün gelişen şartları içinde, yeni yeni sorunların ortaya çıkışı eğitimin doğası gereği olması gerekendir. Ne var ki;Türk Milli Eğitimi, hiçbir dönemde, bu denli olumsuzluklar içine gark olmamıştı.

Sınavlar şaibeli, atamalar kayırmalı, içerikler çağdaşlıktan uzak…. kayıtlarda kaos… Eşitsizlik diz boyu. Yönetmelikler keyfi. Yakılan okullar da kaosun ikramiyesi!..

sorunların üstüne; boynuzlu kulaklı bir de kızımız oldu. 9 yaşa indi türban, özgürlük adına!… Magazinel söylemden kurtulacakmışız yönetmelik; yayınlanınca;!… Öyle dediniz.

Bilesin ki; bu söylemin yüreklere su serpmedi. Aksine, alaylı esprilere konu oldu!..

Al yayınlandı işte!.. Baş kapalı olacakmış ama; yüz açık olacakmış!… Güya; peçeye yasak yani!… Sormazlar mı adama!.. Başı kapatmak özgürlük oluyor da; yüzü kapatmak niçin özgürlüğe dahil olmuyor!?.. O inanç değil mi!?.. Yoksa; saç yüzden daha mı “cazibedar” da kapatmada öncelik saça veriliyor!?.. Ya saç kapatma özgürlüğüne ek olarak birisi de yüz kapatma özgürlüğü talep ederse…? Ne hakla o’nun özgürlük talebine engel koyacaksınız!?..

Kaygım büyüdü. Artık susamıyorum… Örtünmek dinen avret yerlerini örtmeyi emrettiği iddiası ile yapılıyorsa, 9 ya da 13 yaşındaki bir çocuğu, cinsel obje olarak görmek asıl sapkınlık değil mi!?.. Yine; 9’undaki bir kız çocuğunu 9’undaki (en çok da 13) sınıf ve okul arkadaşının cazibesinden kurtarmak adına kapatmak din adına insani erdemleri katletmek değilse bile, dış dünyayı potansiyel saldırgan ve tacizci görmek değil midir?

Sen de 12 yaşında, karma yatılı okuldaydın Sayın Nabi Avcı!.. Ne büyük günahlar işlenmiş ne çok “özgürlükler” katledilmiş değil mi o yıllarda!.. O günlerin günah şahitliği mi seni bu gün ahlaki gardiyanlığa nöbetçi kıldı!?..
Yoksa Ziya Paşa’nın ağzından; “Evvel yoğ idi, iş bu rivayet yeni çıktı!” deyip, marifetinize bir nazire mi ekleyelim!?..

Bu gün, türban ile sapkınlıkların önüne geçmek isteyen zihniyetin yakın gelecekteki talebi, anaokullarından itibaren kız-erkek okullarının ayrılması, cinsiyete göre öğretmen talebi olacaktır. Dilerim bunu da senin uygulama dönemine denk getirmezler. (1.bölümün sonu)

29.Eylül 2014
Mehmet Halil Arık
Emekli eğitimci – DENİZLİ mehmethalilarik@gmail.com