Archive | Aralık 2014

KUBİLAY’I UNUTMAYALIM VE UNUTTURMAYALIM

 

Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen, bütün iş ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki milli benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1923)

Her yıl Menemen başta olmak üzere memleketin her yanında saygıyla andığımız devrim Şehidi KUBİLAY’ı bu yıl yeterince hatırlama fırsatı bulamadık. Olayın geçtiği 23 Aralık tarihi Kurban Bayramı hırsızlık ve yolsuzluk haftasına denk gelmesi ve 14 Aralık paralel yapı operasyonları dolayısıyla adeta unutuldu. Oysa şehit Asteğmen Kubilay; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekası için daima hatırlanması gereken bir simgedir. Kubilay’lar asla unutulmamalı ve unutturulmamalıdır. Kubilay’lar unutturulduğu için Türkiye bugün irticai bir akıl tutulması yaşamaktadır.

Bugün adı artık asıldığı meydanlara verilen Şeyh Sait’in 1925 yılındaki  isyanından sonra Kubilay olayı 23 Aralık 1930’da Menemen’de tanık olduğumuz ikinci önemli irtica olayıdır. Menemen olayının izleri son yıllarda unutturulma gayretlerine rağmen toplumsal bellekten hiç silinmemiş Kubilay “devrim şehidi” olarak simgeleşmiştir. 

Mustafa Fehmi Kubilay, 1906 doğumlu Giritli bir ailenin çocuğudur. Kubilay bir cumhuriyet öğretmenidir ve 1930 yılında İzmir’in Menemen İlçesi’nde askerlik hizmetini yedeksubay asteğmen olarak yapmaktadır. Bu genç insan, Menemen’de 23 Aralık 1930’da şeriat isteyerek ayaklanan bir grup meczup yobaz tarafından vahşice öldürülmüştür. Bağ bıçağı ile kesilen kafası sırığa takılarak ilçede dolaştırılmıştır. Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın vahşice katledilip, kesilen başının sopaya takılarak Menemen sokaklarında dolaştırılması tüm yurtta derin bir üzüntü ile karşılanmıştır.

 Aslında burada saldırı asker Kubilay’a değil öğretmen Kubilay’a karşı yapılmıştır. Yobaz takımı ülkenin kalkınmasında hizmet alanlara ne yapacaklarını Kubilay’ın şahsında göstermek istemişlerdir.

Gazi’nin 28 Aralık 1930’daki “Gazinin Orduya Taziyetnamesi” aynen şu şekildedir; 

“ Menemen’de vukua gelen irtica teşebbüsü esnasında Zabit Vekili (yedeksubay) Kubilay Beyin vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kubilay Beyin şehâdetinde mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ve ihtilâfın haricinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısındaki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur.

Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim (elem ve kedere uğratmış) etmiştir. İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve kahraman yedek subayın uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telâkki ettiği ve mütecasirlerle(cesaret eden), müşevvikleri(kışkırtan, destekleyen), ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz bu mes’eledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getirmeğe matuftur (yöneliktir). Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci( ülkücü-idealist) muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır. 
Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal” 

Elim olayın duyulması üzerine 31 Aralık 1930 tarihinde, Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir Merkez ilçelerinde bir ay süreyle sıkıyönetim ilân edilmesi, sanıkların yargılanması için de Divanı Harp kurulmasını kararlaştırılmıştır.

Sıkıyönetim Komutanlığına 2. Or. Müfettişi Org. Fahrettin Altay, Sıkıyönetim Harp Divanının Başkanlığına 1 inci Kor. K.V.Tümg. Mustafa Muğlalı Paşa getirildi. Bu karar TBMM tarafından 2 Şubat 1931 tarihinde bir ay daha uzatıldı. Sıkıyönetim, yargılamadan sonra, Manisa ve Balıkesir Merkez ilçelerinde 28 Şubat 1931’de, Menemen’de ise 8 Mart 1931’de sona erdi. 

Olayın 105 sanığının yargılanmasına Sıkıyönetim mahkemesinde 15 Ocak 1931’de başlandı. 25 Ocak 1931’de Divanı Harp Kararnamesi’nin açıklanmasıyla sona erdi. 

105 sanıktan 37’si için ölüm cezası verildi. 6’sının ölüm cezası yaş haddi nedeniyle 24 yıl “idama bedel hapis cezası”na çevrildi. Diğer sanıklardan 20’sine bir yıl, 14’üne üç yıl, 6’sına 15 yıl, birine 12,5 yıl hapis cezası verildi, 27 sanık beraat etti. 

Divanı Harp Kararnamesinde sanıkların, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs ettikleri ve bunlara yardımda bulundukları ve Mehdi Mehmet’in mehdiliği için harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında hükümete haber vermedikleri ve tekkelerin kapatılmasından sonra tarikat ayini yapmaya devam ettikleri ” belirtildi. Ölüm cezaları 3 Şubat 1931’de yerine getirildi. Sıkıyönetim, 28 Şubat 1931’de Manisa ve Balıkesir’den, 8 Mart 1931’de de Menemen’den kaldırıldı. 

Menemen’de 23 Aralık 1930’da patlak veren cumhuriyet karşıtı olayda yedek subaylığını yapmakta olan öğretmen Kubilay şeriat isteyenler tarafından öldürüldüğü olayın elebaşısı “mehdi” olduğunu iddia eden Giritli Mehmet (Derviş Mehmet) adında Nakşibendi tarikatına bağlı biriydi. 7 Aralık’ta 6 müridiyle Manisa’dan yola çıkan Derviş Mehmet, 23 Aralık sabahı, gün doğarken Menemen’e girdi. Belediye Meydanında çevresine topladığı yaklaşık yüz kişiyle zikrederek şeriat ilan etmeye kalkıştı. Meydandaki kalabalığın bir bölümü çağrısına uymuş, bir bölümü ise seyirci kalmayı yeğlemişti. Silahlı olan asiler bir müfrezenin başında olaya müdahale eden yedek subay Asteğmen Kubilay’ı hemen ardından da Hasan ve Şevki adındaki iki mahalle bekçisini öldürdüler.

Olay, arkadan yetişen askeri birlikler tarafından şiddetle bastırıldı. Bu arada Derviş Mehmet de vuruldu. Kaçanlar yakalandı.

Kubilay Vakası; başlamadan söndürülen bir ayaklanma hareketidir. Birkaç dervişin kendi başlarına düzenledikleri münferit bir olay olarak görülmemelidir. Yer seçimi ve zamanlaması profesyonelce hazırlanmıştır. 

Kubilay Vakası; hükümetin ve TBMM’nin Gazi’nin direktifleriyle olaya anında el koyması ile büyümeden söndürülmüş bir yangın olarak değerlendirilmeli ve benzeri olayların bir daha yaşanmaması için yeni nesillere ders olarak öğretilmelidir. Yani, Kubilay, her yıl sadece 23 Aralıkta Menemen’deki Kubilay anıtının önünde yapılan göstermelik bir askeri tören çerçevesinde hatırlanmaktan çıkarılmalıdır. Bu olay, milli bilinç ve şuurlaşmanın kökleştirilmesinde önemli bir yapı taşı olarak değerlendirilerek daima canlı tutulmalıdır. 

Türkiye’de irtica tehdidi olmadığını vurgulayarak Anayasanın İnkılâp Kanunlarının korunmasına ilişkin 174. üncü maddesine rağmen İrtica’yı cumhuriyet için tehdit olmaktan çıkarmaya çalışanların Kubilay olayını ibretle incelemelerinde yarar vardır.

Cumhuriyet şehidi aziz Kubilay’ı rahmetle anıyor ve hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Ruhu Şad Olsun … Mekanı cennet olsun… 

 

Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

This entry was posted on Aralık 21, 2014. 1 Yorum

EĞİTİMİN GÜCÜ

Dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir, doğru yoldan sapmaktır. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1924)

“NE KADAR ÇOK OLURSA KOYUNUN SÜRÜSÜ, YETER İMİŞ ONA KASABIN BİRİSİ”

Bu çok basit ve anlamlı sözün sahibi Osmanlı Kaptan-ı Derya’sı Barbaros Hayrettin Paşa’dır. 1532’de söylenen bu söz eğitimin gücünü tarif etmektedir ve bugün dahi önemini korumaktadır. İşini iyi bilen bir kasap için koyunun sayısı önemli değildir. Kasabın her zaman koyunları alt edecek gücü vardır. Koyunların kasap karşısında yapacakları fazla bir şey yoktur. Yani sırası geldiğinde boynunu uzatmaktan başka çaresi yoktur..

Hikayemiz şöyle;

Barbaros Hayrettin Paşa Cezayir Beylerbeyidir. Anadolu’dan yanında getirdiği On bin kadar Levent (Deniz Askeri) ile bölgeyi yönetmektedir. Paşa adildir ama çok serttir. Araplar Paşadan ve askerlerinden memnun değildir. Ayaklanmak isterler ama bir türlü o gücü ve cesareti bulamazlar. Sonunda Arapların ileri gelenleri toplanırlar ve Türkleri Cezayir’den silah gücü ile atmaya karar verirler. Cenevizli şövalyeler ile anlaşırlar. Şövalyeler yüklü bir para karşılığında Arap gençlerini Osmanlıya karşı savaşmak üzere eğitecektir. Arap kabilelerine haber salınır . Boylu-poslu ve sağlıklı 40000 Arap genci toplanır ve eğitim başlar.

İri yarı Arap gençlerinin eğitimi ilerledikçe kendilerine güveni gelir. Arap ahali bu işten çok memnundur. Barbaros’un Arap askerleri yanında çelimsiz ve zayıf gözüken ve sayıları da az olan leventlerini Cezayir’e geldiklerine bin pişman edeceklerdir.

Barbaros Hayrettin Paşa durumu başından beri takip etmektedir. Arapların eğitimi ile birlikte O’da askerlerini çok ciddi bir eğitim sürecine sokar. Sonunda günü ve zamanı geldiğinde 10.000 levent ile taarruz hazırlıkları yapan 40.000 kişilik Arap Ordusuna saldırır. Çok kanlı bir savaş olur . 6 saat içinde 2000 şehit verilir. Ama 40.000 Arap askerinin tamamı öldürülür. Barbaros’un Cezayir Beylerbeyiliği daha da pekiştirilir.

Barbaros Hayrettin Paşa, Tercüman Gazetesinin 1001 Temel Eser serisi kitapları içinde çıkan Hatıralar kitabında bu saldırıyı kendi özgün ifadesi ile şöyle tarif eder;

Gaziler dalkılıç olup; “Bakındı hele koca tumansız Araplar, Türkler nasıl adamlarmış!” diyerek, Serçe alayına kartal, ekin tarlasına orakçı nasıl girerse Arapların ortasına öyle girip “Ya medet Allah” deyü, öyle bir kılıç oynadılar ki anlatılamaz. Velhasıl; Ne kadar çok olsa koyunun sürüsü, yeter imiş ona kasabın birisi”

Barbaros’un bu sözü eğitimin gücünü vurgulaması açısından önemlidir. İyi eğitilmiş insanın karşısında duracak hiç bir güç yoktur. Şimdi biraz akıl yürütelim ve düşünelim. Bundan 500 yıl önceki eğitim kafası ile 2014 Türkiye’sinin geçen hafta yapılan Eğitim Şurasında alınan kararları kabul eden yönetimin kafasını mukayese edersek acaba ne dememiz gerekiyor..?

GÖNÜL GÖZÜYLE ATATÜRK’Ü TANIMAK

Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız bu kafidir. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1929)

Yandaş ve havuz medyasında bugünlerde bolca boy gösteren aydın geçinen rütbe ve makam sahibi cahil ve gafillerin Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ve eserlerine saldırıları, Atatürk’ü asla küçültmez, milletinin gözünde daha da büyütür. Onlar daima boş ve aldıkları para kadar konuşurlar..

– Türk Milleti; gönlüne yerleştirdiği Ata’sını, tüm dünyanın saydığı, inandığı, fikirleriyle aydınlandığı bu büyük insanı görmeyen gözleri, anlamamakta direnen satılmış ve içi boş beyinleri seyrederken utanır, sıkılır ve kim bu garipler diyerek onlara acır..

– Gözü gören, kulağı duyan, cebi kabarık, rütbe ve makamları yüksek ama kendisi Atatürk’ü tanıyamayacak kadar küçük bu gafiller sürüsünü lanetliyorum.

– Bu efendilere; gözü hiç görmeyen, cebi boş, okuyamamış, makam ve mevki sahibi olamamış ama gönlü zengin halk ozanı Aşık Veysel’in gönül gözüyle tanıdığı Atatürk’ün arkasından söylediği ağıtı gönderiyorum. Görenlerin anlayıp anlatamadığını bu gözleri görmeyen ozanın en iyi şekilde anlatacağını umuyorum..

– 3 Aralık Uluslararası Engelliler Günü anısına bu muhteşem eseri gönül gözü ile bizlere aktaran Aşık Veysel’i saygıyla anıyorum. Ruhu Şad Olsun.

http://yandex.com.tr/video/search?p=4&filmId=HURxV-vhigw&text=a%C5%9F%C4%B1k%20veysel&_=1417548123837

PUTİN FAKTÖRÜ

Sovyet Rusya ile daima iyi komşu olmaya gayret etmeliyiz. Fakat ne haklarımızdan en küçük bir şey feda etmeliyiz. Ve ne de oyunlarına kapılmalıyız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1922)

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi toplantısına katılmak üzere geldiği Türkiye’de sıcak ilgi ile karşılandı. Son günlerde çok tartışılan AK SARAY’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağırladığı ikinci devlet başkanı oldu.

Her ne kadar Suriye sorunu, Füze kalkanı, patriotların yerleştirilmesi gibi temel anlaşmazlık konularından çok ekonomi ağırlıklı konular üzerinde durulmak için bu ziyaret yapılıyor olsa da iki ülke arasındaki yakın işbirliği ve sürekli diyalog ilişkisinin bölge ve dünya barışı için yararlı olduğunu söyleyebiliriz.

Putin’in Suriye ve Beşar Esad hakkındaki düşünceleri nettir. Türkiye’nin Suriye politikalarının tam aksine, sonuna kadar Suriye rejiminin yanında olacağını vurgulamıştır. Rusya Esad’ı desteklemekle Tartus’ta elde ettiği deniz üssü kolaylıklarını ve Suriye’ye silah satışlarını güvenceye alıyor. Akdenizdeki Rus varlığı için eski dostu Suriye’nin mutlaka ayakta kalmasını bir zorunluluk olarak görüyor.

Böylece ABD’nin BOP ile başladığı Ortadoğudaki 24 İslam ülkesini yeniden yapılandırma plânının gerçekleşmesini önlediği gibi, bölgede Çin’i de yanına alarak oluşturduğu güç dengesi ile muhtemel bir üçüncü dünya harbini önlüyor.
Putin’in tutum ve davranışları ile konuşmasının satır aralarına inildiğinde giderek kendinden emin bir dünya lideri görünümünü kazandığı dikkatlerden kaçmıyor.

Putin Türkiye ile birlikte dünyaya diyor ki; “Ortadoğuda ve Doğu Akdeniz’de Rusya vardır. Bizi dikkate almadan bu bölgede diğer küresel güçler etkili olamazlar”. Bir bakıma Çar Büyük Petro’nun koyduğu “Sıcak denizlere inme “stratejik hedefi hâlâ geçerliğini koruyor.

Peki Putin bu kadar güçlü biri midir? Ve gerçekten dikkate alınması gereken bir lider midir? Tek kelime ile evet. Putin günümüzün dikkate alınması gereken bir lideridir. 2000 yılından başlayarak Rusya’yı 2008’e kadar cumhurbaşkanı, 2012’e kadar başbakan olarak yöneten Vladimir Vladimirovich Putin, Rusyayı yönetmeye 2024 yılına kadar cumhurbaşkanı olarak devam edecektir. Yani 24 yıl süre ile Rusya’nın yönetiminde tek adam olacaktır.

Her alanda dağılmış, 16 ayrı devlete ayrılarak dibe vurmuş SSCB’nin küllerinden yeniden bir dünya devi haline dönüşen Rusya Federasyonu’nu yaratan Putin, sadece Rusya halkı için değil, dünya insanlığı için de önemli bir lider tipi sergilemektedir.

21. Asırda kendilerini ülkelerinin vazgeçilmez liderleri olarak gören güçlü diktatörler teker teker tarihe gömülürken Rusya’da demokrasinin tüm kuralları işletilerek yeni bir demokratik diktatör tipi oluşmuştur. Kanaatimce Putin’in popülaritesi Rusya’nın önünde gitmektedir. (1)

Ruslarla ayni coğrafyada bin yıldır içiçe yaşayan ve 1492 yılından beri resmen ve çoğu savaş olarak yakın ilişki içinde bulunan Anadolu Türk toplumu olarak Rusya’nın başarıları veya başarısızlıkları bizi de yakından ilgilendirmektedir. Dolayısı ile milletimiz Rusya ile birlikte Putin’i de yakından tanımak zorundadır.

Putin, 2000 yılında yapılan seçimlerde RF Komünist Partisi Başkanı Zyuganov’un önünde % 52,9’luk oy oranıyla, 2004’de yapılan seçimlerde ise %71’in üzerinde oyla cumhurbaşkanı seçilmiştir. Rus Halkının oy desteği her seferinde artmıştır.
Putin, 7 Mayıs 2008’de görev süresi dolarak yerini devlet başkanı Dmitry Anatolyevich Medvedev’e bırakarak kendisi de Rusya’nın başbakanı olmuştur.. 2012 Medvedev’i başbakan yaparken tekrar cumhurbaşkanlığına oturmuştur.

Putin döneminde Rusya ekonomisi hızlı büyüme rakamları yakalamış, ülkenin ekonomik bağımsızlığı yolunda çok önemli adımlar atılmış, merkezi otorite kuvvetlendirilmiş, tamamen dağılan Rus silahlı kuvvetlerinde Yeni Askeri Konsept ile güçlü bir reform hareketi başlatılmıştır.

Rusya’da halk tarafından “Demir Yumruk” diye anılan Vladimir Putin, Rusya’nın ekonomik bağımsızlığı için aldığı çok cesur kararlarla Rus halkının büyük güvenini kazanmıştır. Bu kararlara göre; Rusyadaki stratejik alanlara yabancı yatırımcıların girmesi yasaklanmıştır. Özellikle, telekomünikasyon, enerji ve stratejik sayılan doğal gaz kaynaklarında yabancıların hak sahibi olmasının önü kapatılmıştır.

Bunları yapmadan önce Rusya’yı dışa bağımlı kılan bütün borçlarının tamamını vadesi dolmadan ödeyerek ekonomik devletin bağımsızlığını yeniden kazanmıştır.

Putin, bu davranışı ile ülkesinin kaynaklarını, madenlerini, verimli yatırım alanlarını dış güçlerin alımına açan, en kârlı kuruluşlarını yok pahasına satan, yabancılar gelsin diye adeta yollarına kırmızı halı seren sözde devlet adamlarına da bir ülkenin topraklarının nasıl savunulacağını göstermiştir.

Putin döneminde Rus ekonomisi istikrar kazandı. Bütçe fazla vermeye başladı. Ruble güçlendi. Merkez Bankası döviz rezervi arttı. Yatırımlarla birlikte halkın gelir düzeyi de artarken enflasyon düşürüldü. Refah yaygınlaştırıldı.

Putin’in oluşturmak istediği sistemde; Güçlü ve etkin merkezi devlet, güçlü ekonomi, nüfus sorununun aşılması, güçlü ordu, aktif dış politika öne çıkmıştır.. İzlemiş olduğu dış politika Avrasyacı özellikler göstermektedir. Ekonomisini her yıl ortalama % 8 arttıran Rusya, bir yandan iç sorunlarını çözerken daha aktif dış politika izleyerek yeniden dünya politikalarında süper güç olmak yolunda hızla ilerlemektedir.

Türkiye’nin Rusya’dan turizmde sağladığı gelir 4 milyar doları geçerken, Rusya’da yatırım yapan şirketlerle birlikte bu rakam 25 milyar doları buluyor. Ayrıca doğalgaz ve petrol başta olma üzere hammadde olarak alınan 25 milyar dolarlık ithalatla birlikte toplam ticaret hacmimiz 50 milyar doları buluyor. TÜİK’in verilerine göre Rusya hem ithalat hem de ihracatın en çok yapıldığı ülkeler arasında ilk beşte yer alıyor. Giderek artan Türk-Rus ticaret hacmi Rusya’yı, ekonomiden hareketle Türk siyasetini de belirleyen bir güç haline getiriyor.

Putin iktidarı ile birlikte dünya siyasetinde tekrar belirleyici aktör olmaya başlayan Rusya ile ilişkilerimiz eskisinden daha fazla önem kazanmıştır. Tarihin derinliklerinden gelen Türk-Rus ilişkileri bu yeni oluşum içinde değerini yitirmemiştir. Bilakis, karşılıklı çıkar ilişkileri üzerinde önemle durulmasını gerektiren yeni boyutlar kazanmıştır. Bugün Rusya’nın önderliğinde oluşan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ile Türkiye’nin ilişkileri eski döneme göre her alanda büyük artış göstermektedir. İlişkilerin büyüyerek devam etmesi bölge jeopolitiğinin kaçınılmaz sonucudur.

Türk çocukları atalarının acımasız, zalim ve ezeli düşman olarak görüp MOSKOF olarak adlandırdıkları Rusları ve Rusya’yı mutlaka tanımalıdır. Her yıl milyonlarca Rus ailesi Türkiye’yi ziyaret edip iki ülke halkının kültür, gelenek benzerliğine ve dostluğuna yakından şahit olmaktadır. Güney sahillerimizde yoğunlaşan Rus turistler ülkelerine dönerken bu dostluğu da beraberlerinde taşımaktadır. İki millet arasındaki yakınlaşma artarak devam etmektedir.

İnanıyorum ki; gelecek günler, Ege Denizinden Pasifik Okyanusuna kadar geniş bir coğrafyada her iki ülkeye de dostluk, işbirliği ve ekonomik gelişim imkanlarını yaratacak, dünya dengelerini binlerce yıldır bu toprakları yöneten bu iki millete doğru değiştirecektir.

(1) PUTİNLAND,Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin 18 Kasım 2012’de yayınlanan kitabı: (http://www.amazon.com/ Putinland -Dr-Tahir-Tamer-kumkale/dp/1481034987/ref=sr_1_9?s=books&ie=UTF8&qid=1417445941&sr=1-9&keywords=tamer+kumkale)

This entry was posted on Aralık 1, 2014. 1 Yorum