Archive | Nisan 2015

8 HAZİRAN 2015’TE İFLAS ETMİŞ ÜLKE EKONOMİSİ İÇİN ÇÖZÜM, ATATÜRKÇÜ EKONOMİDEDİR

Milleti idarede prensibimiz milletin müşterek ve umumi fikir ve eğilimlerine uymaktır. Bu fikir ve eğilimlerin hakiki ve ciddi olabilmesi, milletin maddi ve manevi ihtiyaç kaynaklarından gelmesine bağlıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1925)
            Boğazına kadar borca batmış, işsizliği, tavana vurmuş, üretimini sıfırlayarak borçla tüketmeyi hedef almış AKP’nin israf ekonomisi bugün iflas etmiş ve duvara toslamıştır.  Tam 13 yıldır ülkeyi gerçek muhalefetsiz yöneten beceriksiz kadrolar, dünyadaki tüm olumlu koşullara rağmen ekonomi gemisini yüzdürmeyi başaramamıştır.

           Ülkenin 95 yıllık kazanımlarını babalar gibi satıp mirasyedi gibi 1500 odalı saraylara ve lüks ulaşım araçlarına yatıran AK Parti yönetimi, üretimden uzaklaştırdığı milleti sadaka alır hale getirmiş ve elin ithal samanına muhtaç etmiştir. 7 Haziran seçimleri sonunda gelecek hükümetin öncelikli sorunu sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekonomi düzeni oluşturmak olacaktır.

AKP’nin yeni dönem sihirli bir ekonomik çözüm projesi yoktur. Eğer halktan tekrar iktidara devam oyları alırsa ekonomik çöküntünün giderek daha da kötüleşeceği açıktır.

İktidar alternatifi olarak kendisini gören CHP ise; emperyalizmin sömürgelerdeki borçlarını tahsille görevli memuru Kemal Derviş’i getirip ekonomiyi ona teslim edeceğini peşinen duyurmuştur. Derviş’in geçmişte ne yaptığı görülmüştür. İktidarı altın tepsi içinde AK Partiye teslim eden Derviş’in ekonomi sahasında tek hedefi; kendisini bu göreve gönderen küresel güçlerin ülkedeki alacaklarının tahsilatını yaparak borçların eksizsiz ve tam zamanında ödenmesini sağlamaktır.

Kemal Derviş’in Türk halkının refahının geliştirilmesi ve sosyal sorunlarının çözümü gibi bir hedefi olamaz. Batan ekonomiyi düzetmek için değil, ülkenin borçlarını tahsile gelen bir kişinin Kılıçdaroğlu’nun fakir halk kesimlerine verdiği refah paketi sözlerini yerine getirmesini beklemek boş hayallerin peşine takılmaktır.

Ülkemiz hızla bir ekonomik çıkmaza sürüklenmedir. Muhtemel ekonomik krizle mücadele etmenin reçetelerini ise sistemi bu hale getiren küresel kapitalizm ile doğruluğu iflas etmiş Sosyalizm de aramak mümkün değildir.

O halde ne yapılacaktır? Nasıl bir sistem ve uygulama Türkiyeyi içinde düşürüldüğü mirasyedi tüketim ekonomisinden kurtarıp üretim ekonomisine taşıyacaktır.? Dünyada böyle bir sistem var mıdır? Varsa, kimler nerede, ne zaman ve nasıl uygulamışlar ve hangi  başarıyı elde etmişlerdir?

Bu sorunun cevabı evettir. Böyle bir sistem vardır ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından 1923-1938 arasında başarıyla uygulanmıştır. Kurtuluş Savaşından tam bağımsızlığını kazanan ama ekonomik alanda tüm verilerini sıfırlamış bir ülkeden, 15 yıl gibi kısa sürede kendi milli uçağını, tankını ve topunu imal edebilen ağır sanayiini kurmuş, Osmanlının borçlarını ödemiş, enflasyon sözcüğünü tanımayan başı dik bir ülke yaratılmıştır.

Bütün bunlar sihirli bir değnekle değil, ne yaptığını bilen, milletini ve milletinin kabiliyetlerini iyi tanıyan bir liderin planlı, proğramlı ve sistemli çalışmaları ile meydana gelmiştir. Bu çalışmalar ve sonuçları arşivimizde aynen durmaktadır. Dün bunları başaranların çocukları olarak bizler geçmişten aldığımız tecrübelerin ışığında aynisini yapabilecek potansiyele sahip bulunmaktayız. Bugün tek eksiğimiz bizi yönetip yönlendirecek siyasi iradeden yoksun olmamızdır.

Türk milleti 8 Haziran’da VATAN PARTİSİ kadrolarını iktidara taşıdıkları takdirde Atatürk’ün Ekonomik Mucizesinin yeniden yaratılması mümkün olabilecektir.

Ekonomik işbirliği teşkilatı olarak kurulan ve dünya egemenliğinde ABD’nin rakibi 27 devletli AB bugün  ekonomik çöküş içerisindedir. Kapitalizmin beşiği Avrupada Yunanistan ile başlayan iflaslar devam etmektedir.

1991’de SSCB’nin ve Varşova paktının dağılması ile çöken Komünizmden 20 yıl sonra şimdi Kapitalizmin çöktüğüne şahit olunmaktadır. Dünya ekonomisinde bugün Çin, Hindistan, Brezilya gibi yeni aktörler etkili olmaya başlamıştır. Güçlü ekonomilerin siyasi açıdan da dünyayı yönettiği prensibinden hareket edersek dünyanın siyasi güç dengesinin kapitalist ABD ve AB blokuna karşı yeniden şekillendiğini söyleyebiliriz.

Yıllarca ABD ve AB güdümünde, IMF ve Dünya Bankası kontrolünde kapitalist sistemle yönetilen Türkiye ekonomisinin krizden etkilenmemesi mümkün değildir. Hatta dünyaya yön veren devletlerin ekonomileri çökerken göbeği bu ekonomilere bağlı bizim gibi ülkelerin krizden zararının çok daha büyük olacağı kesindir.

Bu durumda çareyi tekrar ABD, AB, IMF ve Dünya Bankasının zorla dikte ettirdiği sanal politikalarda aramak yanlıştır. Çünkü çare; bizdedir, Türk milletindedir. Çareyi dışarıda değil, Türk milletinin Ata’sının özgün düşünce ve uygulamalarında aramak lazımdır. Çare; Serv’i dayatanlarda değil, Serv’i kırıp, Lozan’ı yaratan milli kadrolardadır.

Atatürk; fikir ve düşünceleriyle 20’nci asırda Türk milleti başta olmak üzere tüm insanlığa ışık saçmış ve insanları iyiye, doğruya ve güzele yönlendirmiştir. Gazi; tutarlı, dengeli ve uygulanabilir fikir yapısı ile ekonomi alanında da insanlığa ışık tutmuştur.

Bilim adamları Atatürk’ün her yönünü incelemiştir. Fakat en kuvvetli olduğu ve en büyük başarıların kazanıldığı ekonomik görüş ve uygulamaları daima  görmezden gelinmiştir. Gazi’nin başlattığı çok ciddi ekonomik hamleler ne yazık ki kendisinden sonra gelenler tarafından dikkate alınmamış ve ülkenin kalkınması için ithal ekonomik sistemler özellikle tercih edilmiştir.

Hâlbuki Atatürk; tamamen sıfırlanmış bir ekonomiden insan gücü, sermaye, bilgi, altyapı ve hiçbir dış destek olmadan Türk milli ağır sanayisini kurmuş ve plânlı kalkınma dönemini başlatmıştır. O’nun yönlendirmesi ile enflasyonsuz, borçsuz, kendi tankını, topunu ve uçağını yapabilen, geleceğe güvenle bakan bir Türkiye yaratılmıştır. Osmanlı’nın Düyun-ı Umumiyeden kalan borçlarını da ödeyerek çağına göre önemli bir kalkınma başarısı sağlanmıştır. Atatürk’ün öngörüsü ve direktifleriyle dünyanın bilinen ve uygulanan başlıca ekonomik sistemlerinin dışında, tamamen Türk milletinin ihtiyaçlarına, istek ve arzularına, milletin kabiliyetlerine uygun olarak yarattığı ekonomik sistem ile geçen asrın en büyük ekonomik mucizesi meydana getirilmiştir.

1775’lerden başlayarak Kapitalizm ve Sosyalizm gibi temel ekonomik doktrinler üzerinde bilim adamları binlerce cilt eser vermiştir. Bugün bu gibi sistemler ve başarılı uygulamaları mevcutken sadece 15 yıllık kısa bir uygulaması olan Atatürkçü Ekonomi ‘den ve bu sistemlere üstünlüğünden bahsetmek mümkün olabilir mi?

Konunun cevabı ilk bakışta olumsuzdur. Meseleye Atatürk’ün iktidar olduğu 15 yıl içinden değil de, O’nun içinden yetiştiği Türk milletinin binlerce yıllık geleneksel ekonomik faaliyetleri açısından bakarsak orada “nesiller boyu birbirine aktarılarak ve daima kendini yenileyerek sistemleşen ekonomik kültürümüzün Atatürk’ün şahsında en başarılı örneklerini verdiğini”söyleyebiliriz.

Tarihi ticaret yollarını kontrol eden bölgelerde siyasi egemenlik sahibi olan atalarımız; bu coğrafi konumlarının gerekli kıldığı şartları iyi değerlendirmişler ve ticari alandaki üstünlüklerini çevrelerine kabul ettirmişlerdir. Tarihteki Türk devletlerinin ortak bir vasfı da; halkının refah ve mutluluğunu çağının şartları içinde en üst düzeyde gerçekleştirerek çok zengin bir ekonomik kültür yapısı oluşturmalarıdır.

Atalarından aldığı ekonomik kültür mirasını çok iyi kullanan Atatürk’ün ekonomik düşüncesinde fikir ve icraat arasında eşsiz bir uyum vardır. Sıfır denilecek bir seviyeden ve savaş şartları içinden on yılda ağır sanayi hamlesini gerçekleştirerek kendi tankını, topunu ve uçağını çağın gereklerine uygun olarak bizzat Türk insanının yapabileceği bir düzeye ulaşılması onun dehasının eseridir.

Dünya ülkeleri 1929 ekonomik krizi ile büyük sıkıntılar içinde bunalırken, bu durumdan etkilenmeyen ve krizi lehine çeviren, buhranı takip eden devrede plânlı ve programlı kalkınmanın dünyadaki en güzel örneklerinden birinin yaratılması yine onun üstün dehası ve önderlik kabiliyetinin bir neticesidir.

Atatürk’ün ekonomik politikalarını belirleyen ilk dönem 1923-1930 yıllarını kapsar. Mevcut ekonomik durum Birinci İzmir İktisat Kongresinde tespit edilir. Kongrede belirlenen hedeflere ulaşılmaya çalışılır. Fakat arzu edilen sonuçlar tam olarak alınamaz. Osmanlı’nın borçları ödenir ama arzulanan ekonomik gelişme sadece tarım kesiminde görülür. İzmir Kongresindeki Çalışma Komisyonlarının ekonomik tespitleri ve çözüm önerilerinden günümüz ekonomi yöneticilerinin alacakları pek çok dersler vardır.

Atatürk’ün ekonomik politikasının temelleri ve esasları 1930-1940 arasında ortaya çıkar ve en üst düzeye ulaşır. İlk döneme göre ağırlığın bugün hepsi elden çıkarılan İktisadi Devlet Teşekküllerinde olduğu tamamen kendine özel bir ekonomik rejimin uygulandığı görülmektedir. Bu dönemde; Devletin Öncülüğü, Devletin Yatırımcılığı, Devletin İşletmeciliği, Devletin tespit ettiği hedeflere ekonominin yönlendirilmesi gibi hususlar ağırlık kazanır. Faaliyetlerin temelinde yine fertlerin topyekûn kalkınması ve refah seviyesinin adaletli olarak dağıtılması yatar.

Türk toplumunun ekonomik bünyesi ve şartlarının göz önünde tutulduğu Atatürk’ün ekonomik görüşleri, klasik ekonomik sistemlerine benzemez. Batı toplumunun ürünü olan Kapitalizm ve Sosyalizm batı insanının gerçeklerine, ihtiyaç ve kültür yapısına uygun yapılandırılmıştır. Nasıl ki montaj sanayi tek başına ülkenin kalkınmasına imkan vermiyorsa, montaj doktrin ve sistemlerin kalkınma modeli olarak kullanılması da yeterli olmayacaktır. Bugün Türk ekonomisinin düzlüğe çıkabilmesi için;

– Yeterli sermayemiz, her alanda yetişmiş insan gücümüz, yeterli okullarımız ve öğretmenlerimiz mevcuttur.

– Edirne’de oturan vatandaşımız bir gün içinde karayolu ile ülkenin en uzak ve en ücra noktasına ulaşabilmekte ve malını gönderebilmektedir.

– Fabrika yapan fabrikalarımız, fabrikalarımızda üretilen hammaddeyi sağlayan yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz vardır.

– İnsanımızın kültür ve sosyal refah seviyesi giderek gelişmiş ülkeler seviyesine yaklaşmaktadır.

Bütün bu olumlu göstergelere ve yandaş basının devamlı alkışlamasına rağmen günümüz Türkiye’sinin ekonomik bağımsızlık seviyesinin Atatürk döneminin çok altında olduğu gerçeği değişmemektedir. Bizim gibi önemli bir coğrafyada bulunan ve gelişmek için yeterli potansiyele sahip bir ülke için mutlaka milli atılımlar yapılması gerekmektedir..

Çünkü; İnsanımız kabiliyetlidir, ekonomik faaliyetlere diğer insanlara göre çok daha fazla yatkındır, müteşebbistir, daha iyisini başaracak güce ve tecrübeye sahiptir. O halde daha iyisini yapmak varken ve önünde Atatürk gibi bir önderin çok başarılı uygulama örnekleri dururken daha iyisini ve fazlasını istemek bizim de hakkımızdır. Türk insanı tamamen dışa bağımlı ekonomik sistemi asla hak etmemektedir.

Başarısızlığı kanıtlanmış ve iflas etmiş mevcut ekonomik görüşlerden çok daha tutarlı ve tamamen Türk insanının kabiliyetlerine göre hazırlanmış ATATÜRKÇÜ EKONOMİ SİSTEMİ’ nin uygulanması ile bugünkünden çok daha ileri bir refah seviyesine ulaşmamız mümkündür. Çünkü artık Atatürk zamanında olduğu gibi bir ön hazırlık devresine ihtiyaç yoktur. Atatürk’e inanmış kadroların bilinçli ve planlı çalışmalarıyla günümüzde çok kısa bir sürede başarılı neticeler alınabilecektir.

Sonuç olarak; acilen tedbir alınmadığı takdirde küresel sermayenin dümen suyunda sürüklenen ekonomimiz  kısa süre içinde dibe vuracaktır. Küresel krizin yıkımından klasik liberal ekonomi modelleri ile çıkmamız asla mümkün değildir. Çare milli çözümde ve Atatürk’ün ekonomik görüş ve uygulamalarındadır.(1)

Kendi göbeğimizi kendimiz kesmeli ve tamamen milli olan Atatürkçü Ekonomi sistemini derhal uygulamalıyız. Çünkü Atatürk’ün ekonomik görüşleri Türk ekonomisine şok tedaviyi öngörmektedir. Yeter ki kendimize inanalım ve karar verelim.

8 Haziran 2015’ten itibaren Atatürke ve Atatürkçü Düşünce’ye inanmış VATAN PARTİSİ yöneticilerinin Türk milletinin huzuru, güveni, refah ve mutluluğu için küresel mimarların yolunu değil, Atatürk’ün gösterdiği yolu seçeceklerine inanıyorum..

—————————————————————
(1) Atatürk’ün ekonomik görüş ve uygulamaları için Dr. Tahir Tamer Kumkale’nin Pegasus Yayınlarından çıkan “ ATATÜRK’ÜN EKONOMİ MUCİZESİ” kitabına bakınız.( http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=120619)

http://www.amazon.com/Ataturkun-Ekonomi-Mucizesi-Turkish-Kumkale/dp/1481903985/ref=sr_1_17?ie=UTF8&qid=1430182054&sr=8-17&keywords=tamer+kumkale
Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

 

 

 

24 NİSAN 1915 TEHCİR (YER DEĞİŞTİRME) OLAYI NEDİR ? GERÇEKTEN SOYKIRIM AMACIYLA MI YAPILMIŞTIR? (1)

 Şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cüret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (Nutuk-1927)

———————————————————————–

Küresel emperyalizmin güdümündeki Ermeni Diasporasının başarılı algı yönetimi çalışmaları sonucu 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni toplumunun bazı kesimlerine uygulanan TEHCİR (Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirip hicret ettirmek) faaliyeti, “Ermeni Soykırımı yapıldı” şeklinde 100 yıldır tekrarlanmaktadır.

Sözde Ermeni Soykırımı iddialarının 100 üncü yılına denk gelen 24 Nisan 2015’te, Türk milletinin  tümünün soykırımcı ilan edilmesi için Papa’nın ve Avrupa Parlamentosu’nun da dahil olduğu uluslararası bir karalama kampanyası başlatılmıştır. Burada ilginç olan ve insanlarımızı derin üzüntüye sevkeden husus, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iktidar ve muhalefet  kanadına mensup bazı milletvekillerinin de bu mesnetsiz iddiaları destekler duruma gelmiş olmasıdır.

Arapça asıllı bir kelime olan TEHCİR, “Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, yer değiştirip hicret ettirmek anlamındadır. (2)

Savaş zamanı Ermeni isyan ve katliamlarına önlem almak amacıyla Talat Paşa Hükümetinin başlattığı ve Osmanlı Mebusan Meclisinin uygun gördüğü yer değiştirme faaliyeti her yerde değil, doğrudan doğruya cephelerin güvenini tehlikeye sokan başlıca iki bölgede uygulanmıştır.

Bunlardan birincisi, Kafkas ve İran cephesinin gerisindeki Erzurum, Ağrı, Van, Bitlis dolaylarıdır. Diğeri ise, Arap yarımadasında Sina cephesi gerisi yani Mersin-İskenderun bölgeleridir.

Ermeni komitelerinin baskı ve tahrikleri ile Osmanlı Ermenileri, her iki bölgede de düşmanla işbirliği yapmışlardır.  Ayrıca onların hareketlerini kolaylaştıracak ciddi faaliyetlerde bulunmuşlardır. Başlangıçta Tehcir uygulaması sadece iki bölgeyi kapsamıştır. Bilahare düşmanla işbirliği yapan, Ermeni komitacılarına yataklık yaparak devlete karşı isyan eden diğer vilâyetlerdeki Ermenileri de kapsayacak şekilde tehcir genişletilmiştir.

Alınan Tehcir Kararı ülkedeki tüm Ermenilere uygulanmamıştır. Katolik ve Protestan Ermenilerin yanı sıra, Osmanlı ordusunda subay olan  ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ile Osmanlı Bankası şubelerinde ve konsolosluklarda çalışan bazı Ermeniler devlete sadık kaldıkları sürece göçe tabi tutulmamışlardır.

Öte yandan, hasta, özürlü, sakat ve yaşlılar ile yetim çocuklar ve dul kadınlar sevke tabi olmamış, yetimhaneler ve köylerde koruma altına alınarak ihtiyaçları devletçe ‘Göçmen Ödeneği’ üzerinden karşılanmıştır. Daha sonra bunlar arasından da zararlı faaliyetleri tesbit edilen bazı aileler de göçe tabi tutulmuşlardır.

İngiliz ile Fransız destek ve yönlendirmesiyle Ermeniler, birtakım sahte ve uydurma belgelerin arkasına gizlenerek, dünya kamuoyunu Ermeni tehcirinin soykırım amacıyla yapıldığı şeklinde kandırmayı başarmışlardır. Üç yüz binden, üç milyona kadar değişen rakamlarla ifade edilen Ermeni katliamının hiçbir resmi ve geçerli dayanağı mevcut değildir. Bunu özellikle vurgulamaktan çekinmiyorum. Çünkü Osmanlı başkentini üç yıldan fazla işgal altında bulunduran İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı arşivini didik didik etmelerine rağmen Ermenilere soykırımı ispat edecek hiçbir belgeye rastlamamışlardır.

Eğer Osmanlı Devleti Ermenileri soykırıma tabi tutmak isteseydi. Onların yerlerini değiştirmek zahmetine katlanmadan bulundukları bölgelerde kolaylıkla soykırıma tabi tutardı. Böylece kafile güvenliği, iaşe ve ibadesi işleri için, savaş zamanı gücünü muhafaza edebilmesi için çok ihtiyaç duyduğu maddi fedakârlıklara ihtiyaç kalmazdı.

Burada soykırım değil, tam tersi bir ırkı ve milleti soykırımdan koruma gayretleri vardır. Devlet, bir yandan savaş için cephe gerisinde güvenliği sağlarken asıl amacı kendi tebası olan Ermeni vatandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlamaktı.

Nitekim 1915 Mayısında başlayıp 1916 Ekim ayına kadar devam eden göç ettirme ve yeniden yerleştirme sırasında, bütün imkânsızlıklarına rağmen aldığı olağanüstü tedbirlerle, zor savaş şartlarına rağmen tehcire tabi Ermenilerin can ve mal güvenliğini sağlamak için âdeta yeni bir cephe açmış gibi çok ağır idarî, askerî ve malî yükler altına girmiştir.

Aklıselim sahibi tarihçiler Osmanlı aydınının  devlete olan bağlılıklarından dolayı Millet-i Sadıka olarak nitelendirdiği bir halka karşı, birdenbire tavır değiştirmesini gerektirecek mantıki bir sebep bulamamışlardır.  Bu olayda Osmanlı devletinin geleneksel politikalarından sapma yoktur. Sapma Rusya başta olmak üzere sömürgeci batının hayâli bağımsızlık vaatlerine kanan Ermenilerdedir.

Tehcir olayı başından beri kesinlikle soykırım amacı gütmemiştir.  Aksine Osmanlı Devleti’nin savaş şartları altında kendi halkının güvenliğini sağlamak için gerek gördüğü çok başarılı bir sevk ve yeniden iskân hareketidir. Bu Tehcir Harekâtı, benzeri durumlarla karşılaşacak ülkeler için örnek alınacak yer değiştirme faaliyeti olmasına rağmen muzır ve şartlandırılmış beyinlerce saptırılmış ve soykırım olarak nitelendirilmiştir. Aslında bu tutum ve davranış bu şekliyle tarihe ve tarihçilere hakaret niteliği taşımaktadır.

Ruslar ve İngilizlerin kışkırtmaları sonucunda meydana gelen isyan ve katliamlar sonucu Osmanlı hükümeti, Ermeni Patriğini, Ermeni milletvekilleri ve Ermeni cemaatinin ileri gelenlerini toplamış ve onlara; Ermeni cemaatini derhal uyarmalarını, İmparatorluk dâhilindeki Müslümanlara yönelik saldırılarına devam ettikleri takdirde zecri tedbirler almak zorunda kalacağını bildirmiştir. Fakat uyarı asla sonuç vermemiştir.

 Olaylar artınca ordunun cephe gerisinin acil emniyete alınması ihtiyacı ortaya çıkmıştır.  Bunun sonucunda bugün “Ermeni soykırım günü” olarak dünyaya kabul ettirilmeye çalışılan 24 Nisan 1915 tarihinde bütün Ermeni Komiteleri kapatılmıştır. Bu komitelerde yönetici olarak görev almış 2345 kişi ‘Devlet aleyhine faaliyette bulunmak’ suçundan tutuklanmıştır.

Bu tutuklamaların yankısı çok büyük olmuştur. Eçmiyazin (Bugünkü Vagrsabat: Erivan’ın batısında) Başpiskoposu Kevork Efendi kendilerine hami olarak gördükleri ABD’nin Cumhurbaşkanı’na çektiği şu telgrafla resmen yardım talep etmiştir;

“Sayın Başkan, Türkiye Ermenistanı’ndan aldığımız son haberlere göre, orada katliam başlamış ve organize bir tedhiş Ermeni halkının mevcudiyetini tehlikeye sokmuştur. Bu nazik anda Ekselanslarının ve büyük Amerikan milletinin asil hislerine hitap ediyor, insaniyet ve Hıristiyanlık inancı adına, büyük Cumhuriyetinizin diplomatik temsilcilikleri vasıtasıyla derhal müdahale ederek, Türk fanatizminin şiddetine terkedilmiş Türkiye’deki halkımın korunmasını rica ediyorum.”

Rusya’nın Washington Büyükelçisi’de bu mektubu fırsat bilerek ABD makamları nezdinde Ermenilerin sözcülüğünü üstlenmiştir.  Bu temaslar sadece ABD ile sınırlı kalmamıştır.  Sömürgeci bazı Avrupa ülkeleri nezdinde de girişimlerde bulunarak bu tutuklamaları tam bir katliam gibi gösterme çabaları yaygınlaşarak devam etmiştir.

Diaspora Ermenilerinin ‘Ermeni soykırımının yıldönümü’ diyerek her yıl anma yaptıkları 24 Nisan devlet aleyhine faaliyette bulunan ve masum halkı  katleden 2345 çeteci Ermeni’nin yargılanmak üzere   tutuklandıkları tarihtir. Aslında bu tarihin, sözde soykırım şöyle dursun, soykırım iddialarına temel oluşturduğu iddia edilen “Tehcir” uygulamasıyla dahi ilgisi yoktur.

Tehcir uygulaması esnasında Ermenilerin iddia ettiği gibi 1.5 milyon Ermeni ölmemiştir. Osmanlı Devletinin resmi kaynakları ve istatistikler 1915 yılında bütün Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni toplumunun nüfusunun 1.250.000 civarında olduğunu göstermektedir. Devlet kayıtlarında ne kadar Ermeni’nin Tehcir/yer değiştirme uygulaması çerçevesinde bulundukları yerden çıkarıldığı ve ne kadarının sağ salim yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı da belgeleriyle bulunmaktadır.

1914 yılı nüfus sayımına göre, Osmanlı Devleti tebası olan Ermenilerin nüfusu 1.221.850′ kişidir. Yer değiştirmeye tabi tutulmayan nüfus ise toplam 167.778’dir. 9 Haziran 1915’te başlayıp 8 Şubat 1916 tarihinde sonuçlanan yer değiştirme uygulaması esnasında 391.040 kişi yerleştirilecekleri bölgelere sevk edilmiş, bunlardan 356.084 kişisi yerleşim bölgelerine ulaşmıştır.

Yani, Ermenilerin yer değiştirme uygulaması sırasında verdiği kayıpların toplamı 35.000 kişi kadardır.  Yer değiştirme uygulamasına tabi olan  nüfus içerisinde yer alan ve tehcir esnasında Halep bölgesinde  yaşayan 26.064 Ermeni vatandaşımız 35.000’den çıkarıldığında geriye 10 bin kişilik kayıp kalmaktadır.

Yani Ermenilerin tehcir (yer değiştirme) sırasında verdikleri toplam kayıp en fazla 10 bin kişiden ibarettir. Bunlar da, iddia edildiği gibi devlet güvenlik güçleri tarafından plânlı soykırıma tabi tutulmamışlarıdr. Bu büyük zaiyat  savaş şartlarının ortaya çıkardığı asayişsizlik sebebiyle eşkiya gruplarının saldırıları sonucu hayatlarını kaybetmişlerdir.

Osmanlı Devleti; yer değiştirme uygulaması ile savaş şartları altında her an ölüm tehlikesi ile burun buruna gelebilecek olan yüz binlerce Ermeni yurttaşının hayatını kurtarmıştır. Nitekim yeni bölgelere yerleştirilen Ermeniler sağ ve salim  olarak yaşamlarına devam ederken, Rus ordusu saflarında Türklere karşı savaşan Ermenilerin pek çoğu savaş esnasında ölmüşlerdir.

Tehcir uygulaması saklı-gizli değil, yabancı diplomatların gözleri önünde ceryan etmiştir. Osmanlı Devletinin yer değiştirme uygulamasına tabi tuttuğu Ermenilerin nakli sırasında, ağır savaş şartlarına rağmen olağanüstü gayret gösterdiği yabancı diplomat raporlarında açık  bir şekilde ifade edilmektedir.

 Tehcirin güvenli geçmesi için alınan fiziki güvenlik tedbirleri yanında büyük maddi harcama  yapılmıştır Yer değiştirmeye tabi göçmenlerin; sevk, yerleştirme ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon, 1916 yılı sonuna kadar ise 230 milyon kuruş harcandığı resmi belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.

Konuyu toparlayalım; Tehcir (yer değiştirme) kararı, Osmanlı topraklarında bağımsız bir devlet kurma fikriyle savaş içindeki kendi ordularını arkadan vuran Ermenilerin devlete verdikleri zararı önlemek gayesiyle zorunlu olarak alınmıştır.

Özellikle Ruslar başta olmak üzere ve İtilaf Devletleri’nin Osmanlı Ermenilerini nasıl kandırıp  kışkırttıkları,  belgeleriyle sabittir(4)

 Savaşta ele geçirdikleri yerlerin kendilerine verileceği ve bağımsızlıklarının tanınacağı gibi vaatlere kanan Ermeniler, birçok ihtilâl cemiyeti kurmuşlardır(5).

Ermeniler, yer değiştirme (tehcir) öncesinde başlattıkları tedhiş faaliyetlerini, göç sırasında da sürdürmüşlerdir. Gerek sınır bölgelerinde, gerek iç bölgelerde düşmanla işbirliği yapmışlar; Müslüman halka karşı katliamlara devam etmişlerdir.(6)

Ermeni çetelerinin Müslüman halka yönelik olarak yaptıkları mezalimi anlatan belgeleri bir kitapta toplamaya karar veren Osmanlı Hükümeti, tüm illere yazılar yazmış ve sorumluluk sahalarında Ermeni katliamlarını anlatan belge ve fotoğrafların gönderilmesi istemiştir.(7)

İllerden gelen belge ve fotoğrafların ışığında “ERMENİ Komitelerinin Faaliyetleri ve İhtilal Hareketleri/Meşrutiyet İlanından  Önce ve sonra” konu başlıklı dokümanter kitap yayınlanmıştır(8).

Osmanlı hükümeti, yer değiştirme (Sevk ve İskan) uygulamasını o günün şartlarında bir kanuna dayandırmıştır (9) Bu keyfi bir uygulama değildir. Dört maddelik kanun, “Savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak tedbirleri” içermektedir. Kanunun çıkış süreci şöyledir;

İçişleri Bakanlığı isyancı Ermenilere karşı tutuklama gibi bazı önlemleri alırken, 24 Mayıs 1915’te ortak bir bildiri yayınlayan Rusya, Fransa ve İngiltere hükümetleri, bir aydan beri, “Ermenistan” diye adlandırdıkları Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde Ermenilerin öldürüldüğünü ileri sürmüş ve çıkan olaylardan Osmanlı hükümetini sorumlu tutacaklarını açıklamışlardır.

Konunun bu şekilde uluslararası bir boyut kazanması üzerine Sadrazam (Başbakan) Tâlat Paşa (TEHCİR) yer değiştirme uygulaması hakkında hazırladığı yazıyı 26 Mayıs 1915 günü Başbakanlığa göndermiştir.

Yazıda, Ermenilerin isyan ve katliamlarına dikkat çekildikten sonra, savaş bölgelerindeki Ermenilerin başka bölgelere nakline karar verildiği anlatılmıştır. Bu durum Başbakanlık’ça gecikmeden Meclisi Mebusan gündemine getirilmiştir.

Başbakanlık, devletin güvenliği için başlatılan yer değiştirme uygulamasının yerinde olduğunu belirtilerek, bunun usul ve kurala bağlanmasının zorunluluğunu dile getirmiştir. Meclis, aynı tarihte uygulamayı kabul eden bir karar almıştır. Böylece 27 Mayıs 1915’te Meclis’ten çıkan “Yer Değiştirme Kanunu”, 01 Haziran 1915 günü dönemin Resmi Gazetesi Takvim-i Vekâyi’de yayımlanıp yürürlüğe girmiştir.

27 Mayıs 1915 Tarihli Tehcir Kanunu;

  1. Maddesinde; Devlet güçlerine ve kurulu düzene karşı muhalefet, silahla tecavüz ve mukavemet görülürse şiddetle karşı konulması ve imha edilmesi,
  2. Maddesinde; Silahlı güçlere yönelik casusluk ve ihanetleri tespit edilen köy ve kasabaların başka bölgelere yerleştirilmesi,
  3. Maddesinde; Kanunun yürürlüğe giriş tarihi,
  4. Maddesinde; Kanunun uygulamasından sorumlu olanlar belirtilmektedir.

Görüldüğü üzere kanun; tamamen devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik, şiddete karşı bir yetki kanunudur. Kanun metninde herhangi bir etnik grup, zümrenin ismi belirtilmemiştir. Kanun kapsamına giren Müslüman, Rum ve Ermeni asıllı Osmanlı vatandaşları yerlerinden başka yerlere sevk edilerek göçe tabi tutulmuştur.

Başbakanlık tarafından 30.5.1915’te İçişleri, Harbiye ve Maliye Nezaretlerine gönderilen bir yazıda, göçün nasıl uygulanacağı ayrıntılı şekilde anlatılmış ve şunlar dile getirilmiştir;

–   Göç ettirilenler, kendilerine tahsis edilen bölgelere can ve mal emniyetleri sağlanarak rahat bir şekilde nakledileceklerdir,

–   Göçmenler, yeni evlerine yerleşene kadar iaşeleri Göçmen Ödeneği’nden karşılanacaktır,

–    Göçmenler, eski malî durumlarına uygun olarak kendilerine emlâk ve arazi verilecektir,

–    Göçmenlerden muhtaç olanlar için hükümet tarafından konut inşa edilecektir. Ayrıca, çiftçi ve ziraat erbabına tohumluk, alet ve edevat temin edilecektir,

–    Göçmenlerin geride bıraktıkları taşınır malları, kendilerine ulaştırılacak; taşınmaz malları tespit edilecek ve kıymetleri belirlendikten sonra, paraları kendilerine ödenecektir;

–    Göçmenlerin ihtisasları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklarla, dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerleri açık arttırma ile satılacak veya kiraya verilecek ve bedelleri sahiplerine ödenmek üzere mal sandıklarınca emanete kaydedilecektir,

–    Bütün bu konular özel komisyonlarca yürütülecek ve bu hususta ayrıntılı bir talimatname hazırlanacaktır.

Bütün bu hususlara titizlikle riayet edildiği belgeleri ile sabit olmasına rağmen TEHCİR/Sevk ve İskan olayının günümüze kadar “Ermeni Soykırımı” olarak taşınmış olması Türkiye ve Türklük karşıtı cephenin gücünü göstermektedir.

Osmanlı Hükümeti görülen idarî ve askerî ihtiyaç üzerine 15 Mart 1916’dan itibaren vilâyetlere ve sancaklara gönderdiği genel bir emirle, Ermeni göçünün durdurulduğunu ve bundan böyle hiçbir gerekçeyle tehcir yapılmayacağını bildirilmiştir(10).

Yer değiştirmenin tamamlanmasından sonra, Ermenilerin çoğunlukla Suriye vilâyeti dâhilinde yerleştirilmeleri sebebiyle, İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi 10.8.1916 tarihinde kapatılıp Kudüs’e nakledilmiştir.(11)

Birinci Dünya Savaşı’nı müteakip Osmanlı hükümeti yer değiştirmeye tabi tutulan Ermeni yurttaşlardan isteyenlerin tekrar eski yerlerine iade edilmeleri için bir kararname çıkarmıştır.

4 Ocak 1919’da Dahiliye işleri Bakanı Mustafa Paşa’nın Başbakanlık makamına gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili makamlara emir verildiği ve gereken bütün önlemlerin alındığı belirtilmektedir. (12)

Hükümetin hazırladığı 31 Aralık 1918 tarihli dönüş kararnamesi ana hatları ile şu hususları ihtiva etmektedir;

–   Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar göç ettirilecek, bunun dışında kimseye dokunulmayacak.

–   Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde konut ve geçim sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için mahalli yöneticiler tarafından gerekli önlemler alınacak.

–   Göçmenlerin gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat kurulup bu konudaki önlemler sağlandıktan sonra göç ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır.

–   Yukarıdaki şartlar dâhilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecek.

–   Yerlerine daha önce göçmen yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek.

–   Açıkta kimse kalmaması esastır. Bunun için geçici olarak birkaç aile birarada yerleştirilebilecek.

–   Kilise ve okul gibi binalar ile gelir getiren yerler, ait olduğu cemaate geri verilecek.

–   Yetim çocuklar, istenildiği takdirde kimlikleri dikkatlice belirlenerek velilerine veya cemaatlerine iade olunacak.

–   Din değiştirmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler. Din değiştirmiş olan Ermeni kadınlardan, bir müslümanla evli bulunanlar eski dinlerine dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait sorunlar ise mahkemelerce halledilecek.

–   Ermeni mallarından, henüz kimsenin kullanımında bulunmayanlar, kendilerine teslim edilecek; hazineye devredilenlerin iadesi de mal memurlarının onayı ile karara bağlanacak. Bu konuda ayrıca açıklayıcı tutanaklar hazırlanacaktır.

–   Göçmenlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim edilecek.

–   Göçmenler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve dükkânlarda tamirat ve ilâveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlar ise, her iki tarafın da hukuku gözetilecek.

–   Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde göç ve geçim masrafları, Harbiye Ödeneği’nden karşılanacak. Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığı ve bundan sonra her ayın on beşinci ve son günlerinde nerelere ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek.

–   Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre kadar kabul edilmeyecektir.

–   Yukarıda açıklanan kararnamedeki hükümler, Ermenilerin yanı sıra Rum göçmenler için de geçerli olacaktır.

Ana hatları ile açıklanan maddeler olumsuz savaş şartlarına rağmen titizlikle uygulanmaya çalışılmıştır. Bu kararları alabilen ve uygulama için çaba harcayan bir ülkenin soykırım ile suçlanması ve bunun günümüze kadar taşınabilmiş olması küresel psikolojik harekâtın önemli bir başarısı olarak görülmelidir. Buna karşı mücadele de güncel ve geçici olarak değil, uzun vadeli plan ve programla yürütümelidir.

 

DİPNOTLARI

(01)  Dr.Tahir Tamer Kumkale’nin  Ocak 2015’te yayımlanan “ERMENİ SORUNU EL KİTABI”isimli kitabından alınmıştır.

(02)  Halaçoğlu, Prof. Dr.Yusuf, Ermeni Tehcirine Dair Gerçekler(1915),TTK Yayını, Ankara 2001.

(03)  Gürün, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara 1983, s. 210-211

(04)  Şifre Kalemi, Nr. 45/115 (23 Eylül 1916 tarihli telgrafla, Van, Bitlis, Mamuretülaziz(Elazığ), Adana, Diyarbekir ve Sivas eyâletlerine bu hususta bildiri göndermiştir.

(05)  DH. EUM. 2. Şube, Dosya 1, Belge 45/2 (Bakınız Belge 670)

(06)  Şifre Kalemi., Nr. 61/50 ; Nr. 62/24; Nr. 63/175; Nr. 64/92; Nr. 64/163; Nr. 64/194; Nr. 66/51; Nr. 46/56; Nr. 66/192; BA, BEO, Nr. 343464  (Bakınız Belge 784)

(07)  Şifre Kalemi., Nr. 62/57; Nr. 62/58; Nr. 63/241

(08)  İstanbul 1916. Aynı eser Fransızca olarak 1917’de yine İstanbul’da yayınlandı. İsmet Parmaksızoğlu tarafından “Ermeni Komitelerinin İhtilâl Hareketleri ve Besledikleri Emeller” adıyla sadeleştirilerek yayınlandı (Ankara 1981).

(09)  www.ermenisorunu.gen.tr

(10)  Şifre Kalemi., Nr. 62/21.

(11)  Ermeni Patrikhanesi için 1916’da yapılan yeni nizamname hakkında Bak. Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, III/3, s. 57-59.

(12)  Prof.Dr. Albert Wohlstetter ve Nancy Virts, (Avrupa-Amerika Güvenlik  Araştırmaları Enstitüsü, California,ABD), Uluslararası Terörizm ve Uyuşturucu Madde Kaçakçılığı Sempozyumu, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayını No:88, Ankara 1984, ss:253-273

 

Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

 

 

 

23 NİSAN 1920 MİLLİ EGEMENLİK RUHUNU TÜRK GENÇLERİ YAŞATMAK ZORUNDADIR

Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa varlığı ile, hakkı ile, birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumu ve milli düşünceleri tam bir imanla her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârâne müdafaa zorunluluğu aşılanmalıdır. Yeni neslin bütün ruhsal kuvvetlerine bu özellik ve kabiliyetin zerki mühimdir. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1921)

TBMM’nin açılışının 95’inci yıldönümünü idrak ettiğimiz bu günlerde Türkiye Cumhuriyeti kötü günler geçiriyor. Hükümetin ve emrindeki basının yalan yanlış haberleri her alanda yaşanan kötülüklerin üzerini örtmeye yetmiyor. Küresel güçlerin dayatmaları karşısında her alanda tam bir teslimiyet içine giren dünün oyun kurucu devletimiz bugün kendisi üzerinde oynanan oyunlara mani olamıyor.

Halbuki 95 yıl önce Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Birinci TBMM tarafından tamamen teslim olmuş bir milletten ve viraneye dönmüş bir ülkeden mucize yaratılmış, yepyeni bir ruhla yepyeni bir devlet oluşturulmuştur. Bu mucizeyi yaratan önderimizin dayandığı en büyük kitle Türk Gençliği idi. Tüm olumsuz göstergelere rağmen bugünde sahip olduğumuz en değerli varlığımız olan Türk gençliğine güvenerek fazla karamsar olmamıza gerek olmadığını düşünüyorum.

Yetişme tarzımız gereği bizim nesiller ne kadar karamsar olursa olsunlar gençlerimizde böyle bir  karamsarlık yoktur. Sosyal medyayı iyi kullanarak dünyayı bizden iyi tanıyan gençler, geleceğe çok başka bir gözle bakıyorlar. Kendilerini asla güvensiz hissetmiyorlar. İşte bu yüzden ülkemizin geleceğinin teminatı gençliğimizi daha iyi tanımamız gerekiyor.. 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kastettiği ve özlediği gençlik; parçalanmış, bölünmüş, ayrı ayrı idealler peşinde koşarak birbiriyle kıyasıya çatışan, ve nihayet yabancı ideolojilerin esiri olan bir gençlik değildir. O’nun idealindeki gençlik;

-Türk Milletinin müşterek eğilimlerini temsil etmelidir,

– Hiç bir yabancı ideolojiye alet olmamalıdır,

– Fikir ve inanç birliği içinde bulunmalıdır. 

Atatürkçü genç nesil üzerinde dün oynanan oyunlar bugün de oynanmaktadır. Atatürkçü Gençlik ile bu  gençlerimizin yoğun olarak bulunduğu üniversitelerimiz, ülkemiz üzerinde milli çıkarları bulunan güç merkezlerinin en önemli hedefi olmaya devam edecektir. Bu husus yöneticilerimiz tarafından kesin olarak bilinmelidir. 

Gençlerimizin her türlü yıkıcı ve bölücü fikre karşı korunması ile Atatürkçü Düşünce doğrultusunda aydınlatılması ülkenin ve Cumhuriyetin geleceği için zorunludur. 

Bu husus bizim nesillerin temel ve kaçınılamaz ödevidir. Bu bakımdan Atatürk’ün yönetici ve eğiticilere verdiği aşağıdaki talimatı her zaman hatırlayıp gereğini yapmamız lazımdır.

Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel, Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine ve milli geleneklerine düşman olan tüm unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. Fertleri bu mücadele gerekleri ve vasıtalarıyla donanmayan milletler için yaşama hakkı yoktur.”

Atatürk 1937 yılında yaptığı TBMM açış konuşmasında;  “Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyi üzerine çıkartılması” için gerekli yolları sıralamış, ülke meselelerinin çözümünde yardımcı olacak ideolojileri anlayacak, anlatacak ve nesilden nesile aktaracak fertler ile kurumların yaratılmasını istemiş ve sözlerini şu tarihi cümlelerle tamamlamıştır.

İşaret ettiğim prensipleri, Türk gençliğinin kafasında ve Türk milletinin şuurunda daima canlı bir halde tutmak üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşmektedir

Burada Gazi, üniversitelere çok önemli bir görev veriyor. Ayrıca Anayasamız ve YÖK Kanunu da üniversitelerimizin gençlerimizi Atatürkçü Düşünce doğrultusunda yetiştirmesini zorunlu kılıyor.

Peki, üniversitelerimiz bunun gereğini yerine getirebiliyorlar mı? 

Hayır üniversitelerimiz bu asli görevlerini yerine getirmiyorlar. Yapıyor gibi görünüyorlar ama yapmıyorlar. Her üniversite öğrencisinin zorunlu olarak aldığı Atatürkçülük dersleri ne yazık ki baştan savma ve zaman doldurmak gayesi ile veriliyor. Neticede angarya olarak görülen bu derslerle Atatürkçü Düşünceden giderek habersiz bir nesil yetiştirilmek isteniyor.

Fakat buna rağmen gençlerimizdeki Atatürk sevgisi giderek artıyor.  Çünkü gençlerimiz okullarda bulamadıkları Atatürk’ü internet ve sosyal medyadan daha sıklıkla arayıp bulmakta ve O’nu kendisi bulduğu için daha da iyi ve güçlü duygularla sahiplenmektedir.

Türk gençleri bilmelidir ki; bu kutsal vatan toprakları ve Cumhuriyet yönetimimiz büyük fedakarlıklar ve dökülen kanlar karşılığı kazanılmıştır. Bugün gelinen seviyenin oluşmasında binlerce şehidin ve gazinin kanlarının harcı vardır. Gençlerimiz  dimdik ayakta dururken bu vatanda Atatürk idealine ters düşen hiç bir akım yeşerme imkânı bulamayacaktır.

Bu topraklarda yeşerecek filizi Atatürk dikmiş, gelişip korunmasını NUTUK ve Gençliğe Hitabesi ile Türk gençliğine bırakmıştır. Bu bakımdan gençliğin görevi ve sorumlulukları ağırdır. Fakat asıl zorluk ve vebal bu gençliği yetiştirecek öğretmenlerin sırtındadır.

Sonuç olarak;

23 Nisan 1920’den başlayarak Türk Milleti, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği hedeflere doğru bir hayli yol almıştır. Modern ve çağdaş bir dünya devleti olma yolunda da hızla ilerlemektedir. Bugün geldiğimiz noktada 1920‘lerin 13 milyonluk Türkiyesinden çok ilerde olduğumuz kesindir. Fakat bütün teknolojik gelişmişliğimize rağmen henüz Atatürk’ün idealindeki Türkiye’ye ulaştığımız söylenemez. Bu ideale ulaşmak için;
– Türkiye Cumhuriyetini iç ve dış tehlikelere karşı koruma şuuruna erişmiş,
– Fikren, ilmen, fennen ve bedenen kuvvetli,
– Yüksek karakterli,                                                                                                               – Bilimden güç alan ve bilimi amaç edinen,
– Sağlık ve sıhhatini koruyan, sağlıklı düşünme yeteneğine sahip olan,
– Çalışkan ve kendine güveni olan bir gençlik yetiştirmek, devletin öncelikli görevidir. 

Kendisini en iyi şekilde yetiştirmek için her imkândan yararlanarak var gücü ile çalışmak ise Türk gencinin vazgeçilmez sorumluluğudur. Bunun için gençlerimizin; çalışkan, daha çalışkan ve en çalışkan olmak zorunda olduklarını özellikle vurgulamak istiyorum.

Eğer üzerinde iyi çalışırsak ve gereken asgari milli kültür eğitimini verirsek Türk Gençliği; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün en değerli emaneti olan Türkiye Cumhuriyetini kanında yaşattığı binlerce yıllık tarihinden aldığı milli heyecanı ve milli ruhuyla sonsuza kadar koruyacaktır. Çünkü ben inanıyorum ki; 23 Nisan 1920’lerin“Milli Mücadele ve Milli Hakimiyet Ruhu” aynen gençlerimizde yaşamaktadır.. 

Gezi olaylarındaki kararlı ve basiretli tutumları ile kendisini Türk milletine tanıtma fırsatı elde eden gençlerimizin Türkiye’nin tam bağımsızlığını koruyacaklarına ve bunu bayrak gibi nesilden nesile aktararak ülkemizi ebediyen hür ve bağımsız kılacaklarına inanıyorum.

Kalben inandığım bu gerçeğe milletimin de inanmasını arzu ediyorum.

 

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com

 

İNSANLIĞIN BÜYÜK KAYBI! OKTAY SİNANOĞLU ARTIK YOK..

Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür. Kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mana çıkartmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekayı terbiye etmektir. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk – 1936)

Sadece Türkiye’nin değil insanlık aleminin yetiştirdiği değerli alim, mümtaz fikir ve düşünce adamı, büyük Türk milliyetçisi Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu hakkın rahmetine kavuşmuştur.

Türk milletinin ve insanlık aleminin başı sağ olsun.

Mekanı cennet olsun.

Allahın rahmeti üzerinde olsun..

Oktay Sinanoğlu; ömrünün son birkaç yılına özellikle Türk dilinin kullanılmasına, Türk kültürünün yaygınlaştırılmasına, Türk milliyetçiliği kavramının içinin doldurulmasına ve Türkiye üzerinde oynanan emperyal oyunların tüm açıklığı ile ortaya çıkarılmasına ilişkin pek çok eser sıkıştırarak milletimize karşı vicdani görevini tamamlamanın huzuru ile aramızdan ayrılmıştır.

Türkiye’nin yönetim kadroları her nekadar O’nun yol göstericiliğini anlamamakta dirense de Atatürk gençliği; Oktay Sinanoğlunun adını ve eserlerini iyi bilmektedir. Türk Üniversitelerinde kendisinden yeteri kadar istifade edildiği söylenemez, ama dünyanın en saygın üniversiteleri bu olağanüstü bilim insanına layık olduğu değeri her zaman vermişler ve Sinanoğlu ismine büyük bir kadirşinaslık göstermişlerdir.

Oktay Sinanoğlu, Türk milletinin yüz akıdır ve Türk insanının beyin gücünü dünyaya tanıtan milli bir semboldür. Yeri zor doldurulacak bir değerimizdir.

Emeklilik dönemimde kendisini yakından tanımak ve birebir sohbetlerini çokça dinleme fırsatı bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum.

Nur içinde yat büyük insan . Adın insanlığın fikir aleminde daima en yüksekte kalacaktır.

PAPA FRANCESKO TÜRKLERE YANLIŞ YAPTI.. ŞİDDETLE KINIYORUM.. TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ KARŞI TEDBİR ALMAYA DAVET EDİYORUM.

Yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cür’et alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmakta idiler. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler.- Gazi Mustafa Kemal Atatürk-Nutuk(1927)

Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco, 1915 olaylarını anmak için Vatikan’da düzenlediği ayinde” 20. Yüzyılın ilk soykırımının Ermeni toplumuna karşı yapıldığını” söylemiştir. Bu tarihi bir yanlıştır ve Papa’ya yakışmamıştır.

Bu şekilde emperyalizmin yarattığı tamamen yalanlara dayalı sahte Ermeni soykırımı iddialarına bugüne kadar yapılmış en büyük desteği; tam yüz yıl sonra Katolik Hristiyanların dini lideri Papa vermiştir..

Papa’nın dini liderliği yanında Vatikan Devletinin de devlet başkanı sıfatıyla bu sözü söylemesi, yüz yıllık Ermeni Soykırımı yalanı konusunda bir kırılma noktası olarak görülmelidir. Tarih ilmine ve bilimsel tüm gerçeklere tamamen aykırı olmasına rağmen Vatikan’ın soykırımı kabulü tüm Hristiyan dünyasını tetikleyecektir. Ve bu söylem sahte soykırımın kabul ettirilmesini hızlandıracaktır.

Günümüzde seçim faaliyetlerine kilitlenen iktidar ve muhalefet partilerinin rekabete ara verip konuyu birlikte ve ciddiyetle ele alıp derhal karşı milli politikalar tespit edip uygulamaları gerekmektedir.

Bu bir milli davadır. Türkiye bu davada her açıdan haklıdır. Haklılığını kolaylıkla ispat edecek yeterli bilgi, belge ve tecrübeye sahiptir.

Şimdi iktidara düşen görev, 24 Nisan’a kadar milletçe topyekun karşı saldırıya geçerek her alanda haklı olduğumuzu tüm dünyaya haykırmak olmalıdır.

Milletçe sokaklara dökülmeli ve çok kısa bir süre önce Ak Sarayda misafir ettiğimiz Papa’ya bu sözünü geri alması için baskı yapılmalıdır.

Sahte Ermeni Soykırımı konusunda bilimsel araştırmalar yapmış ve çalışmalarını kitap, film ve konferanslarla tüm kamuoyuna yansıtmış biri olarak, aslen Uluslararası İlişkiler uzmanı olan Başbakan Davutoğlu’nu göreve davet ediyorum. Dünyadan daha fazla tecrit edilmeden karşı tedbirlerin devletçe alınarak tüm milli güç unsurlarımızın hızla harekete geçirilmesini talep ediyorum.

Diaspora Ermenilerinin tüm dünyada görkemli törenlerle 24 Nisan’da yapacakları anma törenlerinden önce konunun gündemden kalkmasının hayati derecede önem arz ettiğini bir kere daha vurguluyorum. Önümüzdeki on günün çok iyi kullanılması için tüm yetkili ve ilgilileri duyarlı olmaya davet ediyorum..

Dr. Tahir Tamer Kumkale

http://www.kumkale.net

https://kumkale.wordpress.com