Archive | Eylül 2016

LOZAN ANTLAŞMASI MUHTEŞEM BİR TÜRKLÜK ZAFERİDİR. LOZAN ANTLAŞMASINI HEZİMET GİBİ GÖSTERMEYE KİMSENİN HAKKI YOKTUR..

images

Lozan Antlaşması, Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastin yıkılışını ifade eden bir vesikadır. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1927-NUTUK)
——————————–
Günümüzde, Türk milletine esareti layık gören ve topraklarını parçalamayı hedef alan Sevr Antlaşmasını yeniden gündeme koyarak Lozan’ı ortadan kaldırmaya çalışan küresel mimarların sinsi planları doğrultusundaki çabalar devam etmektedir.

Kendini Yeni Osmanlıcı olarak kabul edip Türkiye Cumhuriyetine saldırmayı alışkanlık haline getiren kişi ve gruplar saldırılarına Cumhuriyetin tapu senedi olan Lozan Barış Antlaşmasından başlarlar.

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tapusu ve yapı harcı olan Lozan Barış Antlaşmasının 93 ncü şeref yıl dönümünü kutlamayı 15 Temmuz darbe teşebbüsünün sıcak günleri arasında tamamen unuttuk…

Lozan Antlaşması, fiilen 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Cumhuriyetinin dünya devletleri tarafından resmen kabul edildiği tarihi belgedir. Ve bu belge geçen yüzyıl içinde imzalanan barış antlaşmaları içinde değişmeden günümüze kadar devam eden tek uluslararası yazılı uzlaşmadır.

Lozan Antlaşması; Türk milletinin emperyalizme karşı canı ve kanı pahasına kazandığı muhteşem kurtuluş mücadelesi sonunda elde ettiği evrensel bir sonuç belgesidir ve işgal altındaki diğer diğer dünya devletleri için muhteşem bir örnektir.

Antlaşmanın ön sözünde, devletlerin istiklal ve hakimiyetine saygı gösterilmesi ilkesi yer almaktadır. Bu ilke, Türkiye’nin 1. Dünya Savaşı’nın galipleri ile eşit şartlar altında Lozan’da siyasi bir mücadeleye giriştiğini gösteren temel hükümdür ve Türkiye’nin istiklal ve hakimiyetinin tanındığını ifade eder.

LOZAN Antlaşması’nın en önemli işlevlerinden birisi de SEVR Antlaşması ile getirilmek istenen sömürge düzenini ortadan kaldırmasıdır. SEVR Antlaşması’nın 231-268 inci maddeleri Osmanlı’nın nasıl esir edilip her alanda nasıl sömürüleceği hususundaki “Mâli ve İktisâdi” çok ağır yaptırım hükümlerini içermektedir. Bu maddelerin aynen kabul ettirilmesi amacıyla Lozan’da çok şiddetli tartışmalar olmuş ve Türk heyetine baskı yapılmıştır. İsmet Paşa direnmiş ve bunları asla kabul etmemiştir. Günümüzde Lozan’da kabul edilen maddeleri eksik bulan gafil beyinler; bu iki antlaşmanın mâli hükümlerini karşılaştırdıkları zaman Lozan’ın kendisini sömürge gibi gören o zamanın süper güçlerine karşı kazanılan gerçek bir zafer olduğunu göreceklerdir.

O zamanın sömürgeci güçlerinin bu şartları kabul ederken akıllarından geçenler ve kendi aralarına anlaştıkları hususlar aynen şöyle idi;

” Evet Türkler askeri ve siyasi büyük bir zafer kazanmışlardır. Fakat şimdi iktisâden sıfır durumundadırlar. Bütün güçlerini harcamışlardır. Ekonomi alanında her şeye sıfırdan başlayacaklardır. EMEK, SERMAYE, BİLGİ, KREDİ, İNSANGÜCÜ, YOL, OKUL ve ÖĞRETMENİ yoktur. TECRÜBESİ de yoktur. Bu yokları, kendiliğinden var etmesi ise fiziken mümkün değildir. Bırakalım Türkler hür ve özgür olsunlar. Ama biz onları daima ekonomik açıdan sömürmeye devam edeceğiz. Çünkü ihtiyaç duyacağı herşey bizde. Her alanda bize muhtaçlar ”

Ama o devletler Mustafa Kemal gerçeğini asla görememişlerdir.

Lozan Antlaşması; Ortadoğu’da sürekli barış sağlayarak dünya barışına da hizmet etmiştir. Türkiye, Lozan ile uluslararası alanda hukuki ve siyasi yönden değerini kabul ettirerek uluslararası toplumun itibarlı ve barışçı üyesi olmuştur.

Lozan’daki kazanımların temelinde istiklal mücadelesinin, dökülen kanların ve emsalsiz bir azmin bulunduğu gerçeği unutulmamalı, Lozan’dan vereceğimiz tavizlerin ülkemiz için karanlık günlerin başlaması anlamına geldiği bilinmelidir. Ayrıca Lozan’ı korumak için daima güçlü bir orduya ihtiyacımız olduğu gerçeği de gözardı edilmemelidir.

“Lozan’ın zafer değil, aslında bir hezimet olduğu” hususunu medyada sıkça dile getirilmesinin ardındaki asıl düşünce, Sevr Antlaşmasının bölünmemizi öngören maddelerini geri getirmektir.

Küresel mihrakların içimizdeki paralı uşakları tarafından Lozan’ın temelini teşkil eden “Tam bağımsız üniter bir Türk devleti” yapısı bozulmaya çalışılmakta ve bağımsız bir Kürt devleti ile federal bir sisteme geçiş aşamasına gelindiği dile getirilmektedir. Oysa tarihi gerçekler gösteriyor ki, Anadolu Türk beylikleri arasındaki mücadelenin bitirilerek Osmanlı egemenliği altında Anadolu’da Türk birliğinin tesisi tam 300 yıl sürmüştür.

Gerçek Türk tarihi hakkında yeterince bilgilendirilmemiş Türk halkı kontrol altına alınmış yandaş medyanın kendisine sunduğu yalan-yanlış bilgiler yüzünden adeta bir akıl tutulması ile karşı karşıyadır.

TC’nin bölünmeye asla tahammülü yoktur. Anadolu topraklarında üniter yapı içinde merkezi hükumet tarafından yönetilmek coğrafyanın zorunlu kıldığı bir gerçektir. Bölge üzerindeki emperyalist küresel güçlerin çıkarlarına karşı ancak böyle güçlü bir devlet yapısı içinde karşı konulabilir. İşte bu yüzden Anayasa ile devletimizin yapısı üniter olarak tesis edilmiştir. Bugün dış güçler el birliği ile Anadolunun üniter yapısını dağıtmaya çalışırken, bizim millet olarak temel hedefimiz bu büyük üniter gücü her ne pahasına olursa olsun muhafaza etmek olmalıdır.

Küresel güçler, 4 Haziran 2003’de TBMM’de kabul edilen Uluslararası İkiz Yasalar’a rağmen Türkiye’nin bölünme ve parçalanmasının önündeki en büyük hukuki engel olan Lozan Antlaşmasını geçersiz kılmak var güçleri ile saldırmaktadır. Küresel hegemonya bölgemizde hızla genişlemektedir.

Atatürk’ten sonra teslimiyetçi ve küresel güçlerin çizdiği esasları olduğu gibi uygulamaktan başka bir varlık gösteremeyen ülkemizin dış politika anlayışında köklü düzenlemelere ihtiyaç vardır. Dünyanın merkezindeki coğrafi konumu ile Türkiye çok yönlü dış politikalar izleyebilecek bir özelliğe sahiptir. Türkiye’nin konumu ve sahip olduğu milli güç potansiyeli bu coğrafyada kendisine dış politika açısından önemli seçenekler sunmaktadır. Çünkü Türkiye; Asya, Avrupa, Akdeniz, Karadeniz, Balkan, Kafkasya, Ortadoğu, NATO ve bir İslam ülkesidir. Ayrıca Türk Cumhuriyetleri arasında yer alan bir Türk Ülkesidir.

Türkiye; bu çok yönlü, çok taraflı seçenekleri dolayısıyla bölgesinde güç dengelerini sağlayabilecek stratejik bölge hakimiyeti için aktif rol üstlenebilecek kadar güçlüdür. Türkiyeyi yönetenler bu büyük gücün farkında olmak ve dünyanın yeniden yapılandırılmasında Türkiye’nin ağırlığını her platformda hissettirmek zorundadırlar.

Kurtuluş Savaşı ile kazandığımız uluslararası siyasi haklarımızı belgeleyen Lozan Belgesi; ülkemiz üzerindeki gizli emelleri bulunan küresel
güçlerin önündeki en önemli engeldir. Milletçe bu tarihi belgeye sımsıkı sarıldığımız takdirde tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşatılacaktır.

TÜRKİYE’NİN SURİYE POLİTİKASI YANLIŞTIR. BU POLİTİKA GERÇEKÇİ OLMAK ZORUNDADIR..

images

Harp zaruri ve hayati olmalı. Gerçek kanaatim şudur; Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. ”Öldüreceğiz” diyenlere karşı “Ölmiyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lakin, millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1923)
————————————————————-

Suriye içlerine doğru Cerablus bölgesinden başlayan askeri harekatın siyasi hedefi gerçekçi değildir. Türkiye gibi ciddi bir bölge gücünün Özgür Suriye Ordusu gibi hukuki dayanağı bulunmayan sanal bir kuruluşu destekleyerek Suriye içinde askeri harekat yapılmasının mantıki bir açıklaması yoktur.

Türkiye’de resmi ağızlardan başından beri Suriye’nin toprak bütünlüğüne olan saygı dile getirilmektedir. Bu söylemler doğrudur. Türkiye bu söylemleri ile aslında meşru Suriye yönetimini fiilen tanıdığını vurgulamaktadır. Eğer tanıyor isek bugün ele geçirilen ve yarın ulaşılması muhtemel hedef alanlarının hakimiyeti şartlar elverdiğinde Suriye devletine devredilecek demektir.

Suriye’deki istikrarsızlık ve savaş ortamının Türkiye’nin sınır bölgesinde yarattığı olumsuzluklar ülkemize adeta meşru müdafaa halinde olaylara doğrudan müdahale imkanı vermektedir. Bunun için Türk Ordusunun ÖSO gibi çapulcu- terörist unsurlarını cephede desteklemesine asla ihtiyaç yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti kendisini güvene alacak hedefini kendi belirler.

Planını yapar.

Gerekli hukuki çalışmaları ilgili devletler nezdinde yapar ve kendi askeri gücünü doğrudan kullanarak bu hedefi elde eder.

Bunun için birilerinden icazet almaya veya destek almaya ihtiyacı yoktur.

T.C. Devletinin 900 Kilometrelik Suriye sınırı yıllardır güvensizdir. Bu sınırı aşan savaş kaçkını 3.5 milyon Suriyeli ülkemizi adeta işgal etmiş, ve demografik yapımızda ciddi kırılmalar meydana gelmiştir.

Bu mültecilerin acilen kendi ülkelerinde güvenli yaşayabilecekleri bir bölgeye tahliye edilmeleri şarttır. Bunun tam tarifi ise sınırlarımız dışında Güvenli bir Askeri Bölgenin kurulmasıdır. Bu bölge bugün itibarı ile Cerablus’tan ve Fırat’ın batı yakasından başlayarak Antakya sınırına dayanan ve sınırdan itibaren 50 Km güneye doğru uzanan bir bölgedir.

Öncelikle bu bölge askeri harekat ile terör örgütlerinden temizlenecek ve Türk askeri ve BM’in güvencesi altına alınacaktır.

Temizlenen bölge AB ülkelerinin de maddi katkıları ile 3.5 milyon mültecinin güvenli şekilde yaşamasına elverişli hale getirilerek tüm mülteciler buraya taşınarak BM Mülteciler Kurulunun güvencesi altına alınacaktır.

Bilahare bu bölge Suriye’deki iç savaşın bitirilmesini takiben meşru Suriye yönetimine teslim edilerek kesin sınır güvenliğimiz sağlanacaktır. Buranın devrinden sonra Fırat’ın doğusundaki Kürt bölgesinin yaşama şansı kalmayacak ve bu bölgelerde yeniden Suriye rejiminin denetimi altına alınacaktır.

İşte bu plan millidir. Gerçekçidir. Uygulanabilir ve uluslararası ortamda destek bile bulabilir.

Sonuç olarak; bugün uygulamakta olduğumuz Suriye Savaş Planının başarı şansı yoktur. Çünkü bu ortamda meşru bir muhatabımız yoktur. Savaş yahut barışa yönelik Suriye’deki her adımızda muhatap olarak meşru Suriye yönetimini almak zorundayız.

Bugünkü askeri harekatımızın uzun vadede başarı şansı yoktur. Ve askeri operasyonların nihai hedefinin ne olacağı belli değildir. Çünkü şimdi resmen muhatabımız çapulcu askerler topluluğudur.

Henüz her şey için vakit vardır. Türk ordusu meşru Suriye yönetimi ile koordine edilerek ve tamamen kendi gücüne dayanarak bölgede operasyona sokulmalıdır.

T.C.Devletinin ve Türk Ordusunun bunu yapacak gücü vardır. Yeter ki istenilsin. Ve meşru hukuk yolları takip edilsin..

PROF. DR. FERİT HAKAN BAYKAL’I KAYBETTİK

dscn5533

Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür. Kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mana çıkartmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekayı terbiye etmektir. – Gazi Mustafa Kemal Atatürk- (1936)
—————————–
Türk milleti, yine yeri zor doldurulacak bir bilim adamını, mümtaz insan Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal Beyi Hakkın rahmetine uğurladı.

Değerli arkadaşım, dostum ve kardeşim kadar sevip-saydığım büyük fikir adamı Sayın Baykal’ın kaybı ile çevremin giderek yalnızlaştığını hissettim..

Türkiye’nin düşünce dünyasının uluslararası hukuk ve özellikle de deniz hukuku alanlarında otorite kabul edilen Ferit Hakan Baykal; çok araştıran, ileriyi görüp milli çözümler üreten ve bunları Türkiye ve insanlık alemine kendine öz üslubu ile aktaran muhteşem bir beyin ve gerçek bir Türk milliyetçisi idi..

1999-2008 arasında Güven Hareketi çatısı altında birlikte çalışmaktan onur ve gurur duyduğum değerli kardeşim Ferit Hakan Baykal; ne yazık ki muhteşem beyninin ürettiği fikir ve düşünceleri yeterli ölçüde kitaplara aktaramadan çok erken yaşta aramızdan ayrılmıştır.

Türkiye, Prof. Dr. Ferit Hakan Baykal ile büyük bir tecrübe ve bilgi hazinesini de kaybetmiştir. Bu zamansız ve ani ölüm ile gerek Türkiye ve gerekse dünya insanlığı için uluslararası deniz hukuku alanında boşluk ortaya çıkmıştır.. Dünya denizlerindeki çıkar çatışmalarının neden ve nasıllarını iyi bilen ve bunları uluslararası ortamda paylaşan bir başka beyin ortaya çıkana kadar yeri boş kalacaktır..

Değerli kardeşime Allah’tan rahmet diliyorum.Türk milletinin başı sağ-olsun. Ruhu şad olsun. Mekanı cennet olsun..

Dr. Tahir Tamer Kumkale
11 Eylül 2016 Pazar