Archive | Temmuz 2016

İYİ İNSANLARA BİLDİRİYORUM

a21.jpg

Gerek askeri hayatımın ve gerek siyasi hayatımın bütün devir ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket prensibim, milli iradeye dayanarak milletin ve vatanın muhtaç olduğu gayelere yürümek olmuştur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1928

————————————
Bundan tam 16 yıl önce son derece kısıtlı imkanlarla internette açtığım Bildiri-Yorum (http://www.kumkale.net) sitesinde sizlere aşağıdaki gibi seslenmiştim. Bugün sitedeki 10.000 sayfayı bulan 1381 adet yazı ile ülkemizin gündemi ile ilgili düşüncelerimi iyi insanlarla paylaştım.

Bildiri-Yorum sitesi ile iyi insanlara seslenmeye ve tarihe belge bırakmaya devam ediyorum..

Sitenin uzun soluklu yaşamına destek veren tüm iyi insanları saygı selamlıyor.. Sevgi ile kucaklıyorum. İyiki varsınız..

———————————

İYİ İNSANLAR

İYİ İNSANLARA BİLDİRİYORUM sitesinde; devletimiz, milletimiz, kutsal vatan toprağımız için çarpan kalplerin, düşünen beyinlerin, bu uğurda verilen mücadelelerde yetişmiş mümtaz insanların fikir ve düşüncelerini bulacaksınız.

Bu sayfalar; 2000’li yılların dünyasını yönlendirecek Türklerin ve Türklüğün ışığını dünya insanlığına yayacaktır. Atatürk İlke ve İnkılaplarının gerçek sahibi ve Atatürkçü Düşünce Sisteminin yılmaz savunucusu olan iyi insanların fikir nurları; Türk dünyası ile birlikte dünya insanlığını da aydınlatacaktır.

Kalbi vatan sevgisi ile çarpan İYİ İNSAN’lar aramıza hoş geldiniz. Her biri yaşanmış tecrübelerin , çekilen sıkıntıların, daha iyiye ve daha güzele ulaşma gayretlerinin doğal bir sonucu olan fikirleriniz kutsaldır.

Yarının güçlü Türkiye’sinin meydana getirilmesinde ve meydana çıkan yapının sağlamlaştırılmasında her fikir birer yapı taşıdır. Bu taşlar çoğaldıkça yapı daha da güçlenecektir.

Dr. Tahir Tamer Kumkale
10 Ocak 2000 Pazartesi

—————————————————————-

ATATÜRK HAVALİMANI SALDIRISI HAKKINDA

ataturk_havalimani_saldirisi_haberleri_son_dakika_1467446360_1875

Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (Nutuk-1927)
——————————————
Bilindiği gibi ülkemizin her köşesi hain teröristlerin kanlı saldırıları ile terör alanı haline getirildi. Bunların en son ve en kanlı olanı 28 Haziran 2016’da saat 21:22’de İstanbul’un Bakırköy ilçesindeki Atatürk Hava limanı’nda gerçekleştirilen silahlı ve bombalı intihar saldırısıdır.

IŞİD mensubu olduğu belirtilen üç saldırgan, dış hatlar terminalinde önce uzun namlulu silahlarla etrafa ateş açtı, ardından da üzerilerindeki bombaları patlattı. Saldırı sonucu 45 kişi hayatını kaybetti, 236 kişi yaralandı. Saldırı sonrası konulan basın yasağı ile halkımız olayın detayları hakkında bilgi sahibi olamadı.

Oysa onunun uzmanları olayları tüm yönleri ile değerlendirip tarihe belge bırakacak nitelikte gerçekleri gözler önüne seriyorlardı. Günümüzün gelişmiş iletişim teknolojilerinde 35 milyon Türkün cebinde hem fotoğraf ve hem de film çekebilen, çektiklerini bir tuş ile anında dünyaya yayabilen akıllı telefonlar mevcuttur. Yani bilginin saklanması asla mümkün değildir.

Nitekim yayın yasağı konulmasına rağmen Atatürk Hava limanı saldırısı tüm kareleri ile sosyal medyada paylaşılarak kamuoyunun bilgisine sunulmuştur.

Aşağıya tamamını aldığım yazının sahibi E. Tuğamiral Türker Ertürk yetenekli bir strateji uzmanıdır. Bu saldırı ile ilgili yaptığı detaylı değerlendirmenin her cümlesi önemlidir. Ben bu yazının altına imzamı atıyorum. Ve tarihi bir belge olarak Bildiri-Yorum okuyucularının dikkatlerine sunuyorum.
—————————————————————————–
ATATÜRK HAVA LİMANI SALDIRISINI HİÇ BÖYLE OKUMADINIZ:

Ülkemizde ne olursa, hükümet veya onun bakanlarından biri istifa eder? Sanırım bunun yanıtı çok net; “Hangi suçu işlerlerse işlesinler, haklarında yüz kızartıcı ne iddia olursa olsun, hangi başarısızlığa imza atmış olurlarsa olsunlar bunlar pişkindir, istifa etmezler!” Bunlar yüzünden ülkemiz yanıyor, binlerce insan yaşamını kaybediyor, boğazımıza kadar teröre boğuluyor, iç savaşa doğru eviriliyor ve dış dünyada beş paralık itibarımız kalmıyor olsa da; yalan söylerler, inkar ederler ve dince kutsal şeylerin istismarını yaparak, yollarına devam ederler.

TÜRKİYE, AÇIK POLİGON OLDU!

Bırakalım çağdaş dünyada onurlu ve haysiyetli siyasetçilerin nasıl istifa ettiklerinin örneklerini, yakınımıza bakalım. Geçtiğimiz Cumartesi (02.07.2016); Bağdat’ta IŞİD(Irak Şam İslam Devleti) sivilleri hedef alan bombalı bir saldırı gerçekleştiriyor ve 250’den fazla insan yaşamını kaybediyor. Saldırının arkasından,Irak İçişleri Bakanı Mohammed Al-Ghabban istifa ediyor.

Teröristlerin bombalı saldırılar için poligon haline getirdiği ülkemizde ise; geçtiğimiz Salı (28 Haziran 2016),yedi kişiden müteşekkil IŞİD timi Atatürk Havalimanı’na saldırıyor. Tam olarak 32 dakika boyunca, ellerinde kalaşnikof otomatik tüfeklerle, İsviçre malı el bombalarıyla ve üçünün üzerinde sarılı olan patlayıcılarla, ellerini kollarını sallayarak katliam yapıyorlar, etrafı enkaza çeviriyorlar ve daha sonra dördü sırra kadem basıp, çekip gidiyor.

TERÖRİST ASKER SELAMI VERİYOR

Hem de ne katliam! Kalaşnikofla tarıyor, daha sonra yere düşenlerin üzerlerini tarıyorlar, inilti gelen yerdeki insanlara tek tek yöneliyor ve kafalarına sıkarak, infazı tamamlıyorlar. Ama devlet ve onun güvenlik güçleri, hala ortada yok.

Gidiş (departure) katında, elinde kalaşnikof olan başka bir terörist; THY bilet satış ofisinin önünde etrafa ateş ederek yakıp yıkıyor, daha sonra içlerinden birisi polis olan ve korku içinde infazını bekleyen yaklaşık 35 kişilik gruba dokunmuyor, onlara asker selamı veriyor ve yürüyen merdivenlerden inerek gidiyor. Bu da, sırra kadem basanlar arasında. Anlayacağınız; teröristler öldürüyor, korku ve dehşet saçıyor, bazılarına yaşamını bağışlıyor ve adeta oyun oynuyor!

62 MİLYON, ALLAH’A EMANETMİŞ!

Teröristler, bu kanlı korku ve dehşet oyununu; yaklaşık yıllık 62 milyon yolcu kapasitesi ile ülkemizin birinci, Avrupa’nın 3’üncü ve dünyanın 11’incisi olan Atatürk Havalimanı’nda yapıyorlar. Yani; 62 milyon yolcunun canı, Allah’a emanetmiş. Bir de utanmadan;“Güvenlik zafiyeti yoktu” diyorlar.

Atatürk Havalimanı’nda çalışan bir dostum anlattı; “Havalimanında, bu tip saldırılara ve teröre karşı mücadele edebilecek eğitimde, hiç kimse yoktu. Burada görev yapan polislerin yaklaşık üçte biri; yaşı ve sicili nedeniyle, buraya rahat etsin diye mükafaten atanmış. Diğer üçte biri; kapatıldığı için akademi eğitimi almamış, üniversite mezunlarından kısa dönemde polis yapılmış, İngilizce bilir, eli yüzü düzgünler ve son üçte birlik bölüm ise; pasaport, evrak ve belge inceleme işleri uğraşanlar”

SALDIM ÇAYIRA MEVLAM KAYIRA

Halbuki dünyada, bu tip havaalanlarında, terörle mücadele için ayrı ekipler var. Kamuflajlı üniformalar giyiyorlar, terörle mücadele için çok özel eğitimler alıyorlar, özel teçhizat ve silahlarla donatılıyorlar. Bizde ise polislerimiz; “saldım çayıra, mevlam kayıra” zihniyeti ile ateşin içine atılıyor ve siyasal sorumlulukların gereği yapılmıyor.

Atatürk Havalimanı’na yapılan ve 45 insanın yaşamını kaybettiği saldırının, Ramazan’da ve özellikle iftar saatine yakın yapılmasının nedeni; nöbet ve görev değişimleri nedeniyle oluşan ilave zafiyetten faydalanmaktı.

TERÖRİSTLER YEDİ KİŞİYDİ

Saldırı timi, yedi teröristten oluşuyordu. Üçü intihar bombacısıydı, ayrıca üzerilerinde kalaşkinof silahları vardı. Diğer ikisi, üzerilerinde kalaşnikof silahları ve İsviçre yapımı el bombaları olan, avcı teröristlerdi. Son ikisi ise supervisor(denetleme ve kontrol eden) denen, üzerilerinde hiç silah olmayan, bu yüzden kontrol noktalarından kolayca geçen, timi denetleyen, yol gösteren ve intihar bombacısı eğer tereddüt eder pimi çekmez ise, uzaktan kumanda ile onu patlatmaya hazır olanlardı.

Teröristler operasyona, planladıkları zamandan biraz önce başlamak zorunda kaldılar. Çünkü; hava çok sıcak olmasına rağmen, otoparktan geliş (arrival) katına geçmekte olan montlu intihar bombacısı, bir polisimizin dikkatini çekti. Telefonuyla whatsApp’dan, polis arkadaşlarının bulunduğu gruba;bir şüpheli gördüğünü ve hırsızlıktan şüphelendiğinin mesajını atar. Daha sonra; şüpheliden kimlik sorar ve kıyametin başlamasına neden olur.

PLANLAMA EN AZ 15 GÜN SÜRMÜŞ

Esasında; polisimizin olaya tek başına müdahale etmesi, öğreti gereği uygun değildir. Ama polisimiz; hırsızlık ve gasp gibi adi suçlar üzerine deneyimlidir, terör tehdidi beklememekte olup, bu konuda eğitimi de yoktur.

Terör saldırısı çok komplike hazırlanmış; havalimanının birden fazla noktadan koordineli olarak vurulması planlanmış ve üzerinde çok çalışılmış. Teröristler; kuvvetle muhtemel,operasyon yapacakları yere çok defa gelmişler, gözlem ve planlama yapmışlar, çeşitli yerlere (destination) çeşitli havayolları ile uçmuşlar, tüm zafiyetleri ve güvenlik boşluklarını yerinde tespit etmişler. Bu süre; en az 15 gün!

BELKİ DE, SONRASINDA UÇAK KAÇIRACAKLARDI

Belki de; operasyonun ikinci bölümünde, canlı intihar bombacıları hariç diğer dört kişiyle uçak kaçırmayı da planlamışlardır ve operasyona erken başlamak zorunda kalmaları, bu planı bozmuş olabilir!

Saldırı sonrası Atatürk Havalimanı, gece 01:35’de, meydan tarafından tahliye edilir. Bu aceleye ne lüzum var? Saldırıda görev alan diğer dört kişi de muhtemelen bu tahliye sırasında sıvışır. Bu; böyle bir saldırı sonrası yapılabilecek fahiş bir hata değil midir? Bunun anlamı; suçluların, suça yataklık yapanların kaçmasına imkan sağlamaktır. Çok iyimser bir yorumla; siyasi sorumlulukların doğurduğu ölümcül hataları kapatmaya çalışmaktır. Ayrıca; siz nasıl olurda farklı mekanlarda, farklı olaylara ve saldırılara şahit olmuş görgü tanıklarını sorgulamadan gönderirsiniz?

İÇİŞLERİ BAKANI’NIN İSTİFASI YETMEZ!

Nereden bakarsanız bakınız, bu yaşananlar bir facia. Teröre boğulmuş, her gün terör tehdidi altında yaşarken; Atatürk Havalimanı’nda hiçbir tedbir ve önlem alınmamış. Saldırı sonrası yapılanlar ise; gaflet mi, dalalet mi, yoksa dilim varmıyor ama işbirliği mi, bilemiyorum!

Bu yaşadıklarımızdan sonra, Irak gibi, yalnızca İçişleri Bakanı’nın istifası da yetmez. Beraberinde;Devlet Hava Meydanları’ndan sorumlu Ulaştırma Bakanı ve görevine yeni atanan Başbakan’ın da derhal istifa etmesi gerekir. İstifa etmezlerse, dosyaya koyun. Devri sabık döneminde yargılama için gerekecek.

Saygılar sunarım.

Türker Ertürk

SURİYELİ MÜLTECİLERİ VATANDAŞLIĞA İSTEMİYORUM..

intro-1458162343

Harp zaruri ve hayati olmalı. Gerçek kanaatim şudur; Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. ”Öldüreceğiz” diyenlere karşı “Ölmiyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lakin, millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk – 1923)

————————————–

BANA SORMADAN SURİYELİ MÜLTECİLERE VATANDAŞLIK HAKKI TANIYAMAZSINIZ…KABUL ETMİYORUM VE İZİN VERMİYORUM… SİZDE İZİN VERMEYİN..

Haber aynen şöyle; Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2 Temmuz 2016’da Kilis’te Kızılay’ın şehit aileleri ve Suriyelilere verdiği iftar yemeğinde yaptığı konuşmada “Suriyeli mültecilerden isteyenlere vatandaşlık verileceğini” söyledi.
Vatandaşlık; bu vatanın gerçek sahiplerine yani bu toprakları kanı ve canıyla vatanlaştıran Türklerin çocuklarına verilen anayasal bir haktır. Bu hakkı Türklerden başkasının kullandırmak için bize, yani vatanın gerçek sahiplerine sormanız ve benden izin almanız gerekmektedir.
Hiç bir makam ve mevki sahibinin yani benim seçtiklerimin benim adıma vatan topraklarını ve vatanın bizlere tanıdığı hakları başkaları ile paylaştırmaya, yani bu vatanın nimetlerine başkalarını ortak etmeye hakları yoktur.. Olamaz..
Şiddetle reddediyorum.. Ben Suriyelilere Türk vatandaşlığı payesi verilmesini asla kabul etmiyorum ve şahsen izin vermiyorum.
Ben Suriyelileri Suriye topraklarında kendi bayrakları altında dostum ve kardeşim olarak görmek istiyorum.
Bu vatanın nimetlerini kimseyle paylaşmak istemiyorum. Evime gelen misafiri ağırlamaktan gurur duyuyorum. Ama onları asla evime ortak etmek istemiyorum.
Evet, bugün Suriyeliler sıkıntı içindedir. İnsan olarak onlara sahip çıkmak, yardımlaşmak , acısına ortak olmak benim insanlık görevimdir. Ama bu onları bu toprakların sahibi olarak benim sahip olduklarıma ortak olmayı gerektirmez.
Sıkıntılı günler birlikte aşılır ve Suriyeli ailelerin tamamı kendi vatanlarına ve evlerine dönerler.
78 milyon Türkün de benim gibi düşündüğünü biliyorum.
Sonuç olarak; Türk vatandaşlarını Suriyelilere vatandaşlık hakkı verilmesine karşı çıkmaya davet ediyorum.
Birlik olalım sesimizi yükseltelim. Suriye’ye barışın gelmesine destek için Türk yöneticilerini uyaralım.
Gayretlerini Suriyelileri Türkiye’nin nimetlerine ortak etmeye değil, kendi vatanlarına dönmesi için o ülkede barışın sağlanması yönünde kullanmalarını isteyelim.

TOHUMLA ÖLDÜRMEK

gdo1

Devlet temel unsur olan çiftçiyi ve çobanı kuvvetlendirmek mecburiyetindedir. Bunları kuvvetlendirmek de öyle lafla olmaz. İlmin, fennin ve asrın emrettiği vasıta ve araçlara fiilen sahip olmak lazımdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923)
——————————————-
Yöneticisi olduğum Güven Hareketi Grubunun 2008 yılı Mayıs ayında yaptığımız periyodik Perşembe toplantılarından birinin konusu genetiği değiştirilmiş organizmalar idi. Konuşmacı olarak konunun dünya çapında uzmanı olan Özbekistan’ın sürgündeki muhalif lideri Muhammed Salih Bey’in biyolog eşi Sayın Dr. Aydın Salih Hanımefendi davet edilmişti.

GDO’su değiştirilmiş besinler konusunda dünya çapında bir uzaman olarak değerlendirilen Aydın hanımın anlattıkları karşısında dehşete düşmemek elde değildi. Genleri değiştirilen bir domatesin artık domates değil, ismi olmayan diğer bir kimyasal madde olduğunu ve bilmeden yediğimiz bu domatesin (veya başka meyve veya sebzelerin) vücudumuzda ne gibi yan etkileri olacağını bilmemizin asla mümkün olmadığını söylüyordu.

Kendisine sorduğum, “Peki, bir insan bir diğer insana bu derece insanlık dışı bir kötülüğü neden ve nasıl yapar?” sorusunun cevabı ise net ve kesindi. Aydın Hanım; “Ben onların insan olduklarını dahi düşünemiyorum. Çünkü bir insan kendi ailesinin de dahil olduğu nesline bu kadar büyük kötülük yapamaz.”şeklinde idi. O, bu değişiklikleri yapanların dünyayı işgal etmeye hazırlanan uzaylılar olabileceğini düşünüyordu. Çünkü insanlara bu insanlık ayıbını yakıştırmak istemiyordu.

Günümüzde ise terörle sarsılan ülkemizdeki en büyük tehlikeyi, yani GDO’lu besinlerle beslenmeyi eski Sağlık Bakanı Rıfat Serdaroğlu aşağıdaki yazısında çok güzel açıklamış.Hepimizi ilgilendiren bu uyarıyı lütfen üşenmeden zaman ayırın ve okuyun. Sonra da şimdi ne yapacağız diye kara kara düşünün..
——————————–
Yer; ABD Texas Şehri. Şirket adı; Monsanto (Herbisit, yani Çalı-yabancı ot-istenmeyen bitkilerin büyümesini kontrol altına almak veya öldürmek için kullanılan kimyasal üretir) Fabrika üretime geçtikten kısa bir süre sonra çalışanlarda, sivilceler çıkmaya- açıklanamayan ateşlenmeler- zayıflık-sinirlilik-libido kaybı başlar.

Olay duyulunca ABD Ordusu, bu kimyasalı “silah” olarak kullanmak ister. Monsanto adlı şirket, Herbisit ’teki dioxin oranını arttırarak, feci sonuçlar doğuracak bir “Kimyasal Silah” elde eder.

ABD, 1961-1971 yılları arasında Vietnam’da ormanlarda gizlenen askerlerin ve sivil halkın üzerine bu kimyasal silahı kullanır!

400 Bin insan ölür. Sonraki yıllarda 500 Bin çocuk sakat doğar ve ölür! Ayrıca ilacın kullanıldığı yörelerde bugün dahi ağaç yetişmez ve tarım yapılmaz! Bu kimyasal silaha “Turuncu Ajan” adı verilir!

Bu şirket ikinci dünya savaşından sonra biyoteknoloji alanına yöneldi, GDO’lu ve hibrit tohum üretmeye başladı. Amerikan Ordusu “Demokrasi getirmek” bahanesiyle nereye girerse, Monsanto da oraya gitti. Girdikleri ülkede doğal olarak elde edilmiş tohum ekimini yasaklayıp, GDO’lu ve hibrit tohum kullanımını şart koştular. Bu tohumlar, her sene yeniden satın alınması gereken tohumlardır. Ekildiği toprağın yapısını bozar ve bir süre sonra toprak ekilemez hale gelir. Ayrıca rüzgârla gelen bir GDO’lu polen, doğal tohumların genetiğini bozabiliyor.
GDO ile ilgili kısa bilgiler verelim;

GDO’lar öldürücü alerjilere neden olabilir. GDO’lu yemler, hayvanlarda antibiyotik direncini arttırır antibiyotiklerin etkisini azaltır. GDO’lu tarım ürünlerinin ekildiği tarlalarda kullanılan yabani ot ilaçları, memeliler için toksik etkisi yapar ve insanlarda hormonal dengeyi bozar.
GDO üretimi, süper dayanıklı böcek ve yabani bitki türleri yaratır.
Tohumu silah haline getirip, insanları tohumla öldürmek ve doğayı tahrip etmek işte budur.

Bir örnek verelim; ABD, Irak’a demokrasi götürmek (!) için işgale başladığında, Monsanto da hükümetteki adamlarıyla oraya gitti. İlk iş olarak, içinde 5 Bin yıllık doğal tohumların saklandığı, Irak Tohum Bankası önce soyuldu ve yerle bir edildi. Çalınan tohumlar, Norveç Kutup Bölgesinde, Grönland adasının doğusundaki Svalbard adasında buzulların altında inşa edilen depolara götürüldü.

Burada 3 Milyon çeşit doğal tohum saklanmakta ve olası bir nükleer savaştan sonra, kimlerin yaşayacağına karar verebilmek için depolanmaktadır!

İkinci adım ise, Irak’a yönetici olarak atanan Paul Bremmer, 26 Nisan 2006 da bir kararname çıkardı. Buna göre Iraklılar, kendileri tohum üretemeyecekler ve ekecekleri tohumları Monsanto’dan alacaklardı! Tohumu silah haline getirip, insanları tohumla öldürmek ve doğayı tahrip etmek işte budur.

Monsanto, Türkiye’ye 1997 yılında geldi. Bursa’daki STK’ların direnişi, kamuoyu oluşturmaları sebebiyle gerekli izinleri alamadılar.

2004 yılında Bush-Erdoğan-İsrail görüşmesinden sonra, şirketin önü açıldı! Erdoğan, 4738 sayılı Özel Endüstri Bölgeleri kanununda 22/06/2004 tarihinde 5195 sayılı kanunla şirket lehine değişiklik yaptırdı. Yetmedi Büyükşehir yasasını değiştirip, Gemiç ve Gürle köylerini Gemlik ilçesine bağladı. Sonunda gerekli izinler verildi…

Erdoğan ve AKP Türk Tarımını bakın ne hale getirdi;

-Yunanistan’ın tüm yüzölçümünün 2 katı büyüklüğünde tarım arazisi olan Türkiye, Yunanistan’dan pamuk ithal ediyor!

-Türkiye 126 ülkeden 133 çeşit meyve sebze ithal eden bir ülke haline geldi!

-Türkiye, Taze soğan-kuru soğan ithal ediyor.

-Türkiye Sap-Saman ithal ediyor.

-Her 5 köylüden 3’ü icralık hale geldi.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, her yıl 10 Milyon insan açlıktan ölüyor. Bunun 6 Milyonu maalesef 5 yaşın altındaki çocuklar!

840 Milyon insan, yetersiz beslenme sebebiyle hastalık ve ölümün hazır müşterisi gibiler. Dünyada 1 Milyar insan 1 bardak temiz suya hasret!

Üzerinde yaşadığımız yerküre artık daha fazla insanı besleyemeyecek halde iken, tüm ülkeler tarıma destek vermeyi arttırırken, Türk Tarımını saman ithal edecek duruma getiren Erdoğan ve AKP’nin, doğrudan Yüce Divana gönderilmeleri gerekir.

Çokuluslu şirketlerin çıkarlarını koruyup, kendi insanını açlığa mahkûm etmenin cezası sizce ne olmalıdır? 30 Haziran 2016, Dr. Rifat Serdaroğlu